Cinsel isteksizliğin 13 nedeni var

31 Ekim 2012 yazildi.

Cinsel isteksizliği etkileyen çok sayıda faktör bulunsa da temelde cinsel isteksizlik yapan 13 neden var...

Cinsel isteği sağlayan hormon kadında da erkekte de aynıdır. Bu hormon testesterondur ve cinsel isteği yönlendirir.
Cinsel dürtüler doğuştan vardır ancak cinsel davranışlar bu konudaki tutum ve deneyimlerle belirlenir. Cinsel isteği belirleyen çok sayıda faktör bulunuyor. Genel ya da cinsel sağlık durumundaki bozukluklar, hormonlardaki aksaklıklar, kullanılan ilaçlar bunu etkileyebilir. Nedenler psikolojik ya da organik olabilir. İşte nedenlerden en başta gelenler ve en önemlileri:

İşte cinsel isteği azaltan nedenler

Vücudunuzun şekli
Vücudunuzun şekliniz ve kilonuzdan ötürü kendinizi seksi bulmayabilirsiniz. Çok kilolu olmasanız bile kendi algınız sizin duygularınızı etkileyebilir. Algınız üzerinde çalışmak ya da kilo vermek yararlı olur. Spor, fiziksel olarak vücudunuzu şekillendirirken hormonlar açısından da yardımcıdır.

Stres
Stres altındayken bir sürü şeyi iyi yapan nadir insanlardan biri olabilirsiniz. Ancak buna cinsel hayatınız dahil değil. İş stresi, para sorunları, ailede hasta olan biri için duyulan endişe gibi nedenler, libidonuzu düşürür. Stres düzeyinizi kontrol altında tutmak ve stres yönetim teknizlerini öğrenmek için mutlaka bir uzman yardımı alın.

İlişkideki sorunlar
Çiftler arasında çözüme kavuşmamış sorunlar cinsel dürtünüzün katili olabilir. Cinsel hayatta duygusal yakınlık özellikle kadınlar için önemlidir. Üstü kapatılmış sonuca varılmamış tartışmalar, yanlış anlamalar, güven gibi konular nedenlerden biri olabilir.

Alkol
Bir kadeh ya da iki kadeh içki her zaman keyfinizi yerine getirmeyebilir. Alkolün bu konuda faydadan ziyade zarar getirdiği bilinen bir gerçektir. Alkol cinsel isteği uyuşturur.

Az uyumak
Çok erken kalkıyor ve geç yatağa girmek etkendir. Yeterli uyumazsanız vücudunuz da hem fiziksel hem duygusal olumsuz etkilenir.

İlaç kullanmak
Bazı ilaçlar cinsel isteksizlik yaratabilir. Antidepresanlar, tansiyon ilaçları, alerji ilaçları, kemoterapi, HIV ilaçları gibi. Her zaman kullandığınız ilacın dozunun artması ya da azalması da etkileyebilir.

Ereksiyon
Ereksiyon problemleri de çiftleri cinsel hayattan uzaklaştırabilir.

Düşük testosteron
Testosteron her iki cinsi de ilgilendiren bir konudur. Ancak kadınların hormon düzeni erkeklerden daha farklıdır ve daha karışıktır. Erkekler yaşlandıkça testosteronda gerileme olabilir. Bu da cinsel isteksizlik oluşturabilir.

Menopoz
Dünyada birçok kadın menopoz yüzünden cinsel isteklerinin azaldığını rapor etmiştir. Menopozol semptomlar hormon değişiklikleri bütün vücudu etkileyen bir durumdur. Menopozdan ötürü yaşanan semptomlar ilaçlarla kontrol altında tutulabilir.

Depresyon
Depresyona karşı kullanılan birçok antidepresan ilaç olumsuz etkiler. Eğer cinsel isteksizlik yeni başlıyorsa, bu farkında olmadığınız depresyonun başlangıcı olabilir

Samimiyetsizlik
Samimiyet olmadan sağlıklı bir cinsel yaşam mümkün değildir. Samimiyetle kastedilen açık fikirli olmak, paylaşmak ve birbirini anlamak gibi durumlardır. Açık iletişim her tür problemin çözümünde ana maddedir.

Obezite
Uzmanlara göre fazla kilolu veya obez olmak, cinsel performans konusunda sorun yaratabilir. Bu neden tam olarak bilinmese de birçok doktor, bunu kilo nedeniyle kendine güven eksikliğine de bağlıyor.

Ebeveynlik
Ayak altında dolaşan çocuklar, çiftleri birbirine zaman ayırmaktan alıkoyabilir. Bu gibi durumlarda çocuklara kısa süreliğine bakıcılık yapacak birinin faydası olabilir. Eğer çocuğunuz çok küçükse onun uyuma zamanına göre bir ayarlama yapılabilir

Migreni çok daha yakından öğrenin

yazildi.

Ancak ilaç tedavisinin yanı sıra dikkat edeceğiniz bazı noktalar da su sorunla baş etmenizi oldukça kolaylaştırabilir.

Bulantı, kusma ve görme sorunları gibi diğer belirtilerin eşlik ettiği, genellikle başın tek tarafında yer alan ancak çift taraflı da olabilen şiddetli bir baş ağrısı olarak tanımladığımız migren, bugün pek çok insanın muzdarip olduğu bir sorundur. Migreni oluşturmaya yönelik etkenler tam olarak anlaşılmamakla birlikte, araştırmalar migren esnasında vücutta neler olduğunu anlama konusunda epeyce yol kat etmiştir.

İki saatten 72 saate kadar uzayabilen migren atakları, bazı kişilerde haftada bir görülürken bazılarında ise yılda birden daha az olabilir. Kadınlarda daha sıktır (hormonal değişikliklerin etkisi olduğu düşünülmektedir). Yaşam kalitesini düşürür ancak genellikle hayatı tehdit eden ve hastanın yaşam süresini kısaltan ciddi bir tıbbi risk oluşturmaz.
Her yaşta görülebilse de çoğunlukla 20'li yaşlarda başlar. Çocuklar da migren hastası olabilir ki bu durumda verilen ilaçlar ve ilaç dozu büyük önem taşır.

Atakların özelliği kişiden kişiye, bazen de aynı kişide ataktan atağa farklılık gösterebilir. Bu nedenle ilaç tedavisi de kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Migren tedavisinde ilaç kullanımı iki amaca yöneliktir Bunlardan birincisi atakları önlemek ya da atak sıklığını azaltmak, ikincisi ise başlayan ağrıyı ortadan kaldırmak ya da ağrının şiddeti hafifletmektir ve mutlaka hekim kontrolünde yapılmalıdır. Düzenli ilaç tedavisiyle migren tedavi edilebilen bir hastalıktır. İlaç tedavisine destek olmak ve migrenin verdiği acıları daha da hafifletmek için aşağıda paylaştığımız önerileri uygulayabilirsiniz.

Migren hakkında mümkün olduğunca her şeyi öğrenin.
Bilgiyi artırmak korkuları azaltır ve durumu kontrol altına almayı kolaylaştırır.

Kendi migreninizi tanıyın

Migren ağrınızın oluşmasıyla yaptığınız aktiviteler, yediğiniz yiyecekler, hava durumu, hormonal durumunuz arasındaki ilişkiyi not etmek migren sebeplerinizi bulmakta çok faydalıdır. Migren konusunda deneyimli, tedavi kararlarında sizinle bilgiyi paylaşan ve fikrinizi soran bir doktor bulun.

Destek isteyin

Ailenizi ve arkadaşlarınızı duyarlı olduğunuz yemekler ve kaçınabileceğiniz diğer migren sebepleri konusunda bilgilendirin ve zaman zaman hatırlatın. Aile fertlerinizden migren zamanlarınızda normal görevlerinizi üstlenmelerim isteyin ve daha soma da bunları yapmalarına izin verin.

Migren esnasında size nasıl davranılmasını istediğiniz konusunda açık olun

İnsanlar genellikle sizin söylediğinizi gerçek olarak algılar. Dolayısıyla olduğunuzdan daha iyi görünmeye çalışmayın. Acı ve rahatsızlık seviyeniz konusunda dürüst olursanız, etrafımızdakilere uygun davranabilmeleri için olanak tanımış olursunuz.

Çocuğunuza uygun bir dille anlatın

Çok küçük çocuklar için alnınıza bu yara bandı yapıştırmak faydalı olabilir. "Burası acıyor" diyerek gürültü yapmadan oynamalarını sağlayabilirsiniz.

Çevrenizdekilerin empati kurmalarını sağlayın

Eğer migreniniz sizde duygusal değişikliklere yol açıyorsa (migren öncesi veya sonrası depresyon), iyi bir zamanda etrafınızdakilere durumunuzu anlatın. Bu tutumunuz, migren nedeniyle gösterdiğiniz tepkileri çok ciddiye almayı engeller.

Gerçekte neyi istiyorsanız onu belirtin

Yalnız kalmak istiyorsanız bunu talep edin. Yanınızda birisinin olmasını ve size su getirmesini istiyorsanız, bunu dürüst bir şekilde ifade edin.

Birinci dereceden yakınlarınızın bilgilenmesini teşvik edin

Aile bireyleri veya zamanınızın büyük bir kısmını paylaştığınız diğer insanlar genellikle sizin acı ve ağrınızın ciddiyetini anlar, size yardımcı olamadıkları için kendilerini çok çaresiz hissederler Migren konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak onlara da yardım edebilir

İşyerinizde mümkün olduğunca migreni artırıcı faktörleri azaltın

Bu tavrınızın sizin veriminizi artıracağını göz önünde tutarak, isteklerinizi dile getirmekten çekinmeyin.

İşyerinizdeki ampulleri migreni provoke etmeyecek şekilde ayarlayın (floresan ışığın migreni başlatıcı etkisi vardır). Dumansız ve parfümsüz bir ortam tercih edin. Yakınınızda açılabilecek bir pencerenin bulunmasını talep edin. Sürekli gürültünün olduğu ortamlardan kaçının.


BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Araştırmalara göre; migren hastalarının anne ve babalarının yüzde 50-60'ı migren hastası.

Prof. Dr. Serdar Erdine
Algoji-Ağrı Tedavisi

Kaynak:Ekolay.net

Kilo verirken matematiksel dengeler

yazildi.

Diyete başladınız, daha az kalori alarak zayıflamaya çalışıyorsunuz. Doğru yoldasınız çünkü kilo alıp vermek aslında matematiksel dengeler ve hesaplamalar üzerine kurulu. Yani kilo vermenin de bir matematik denklemi var!

Fazladan her 7 bin kalori bir kilo aldırıyor

Fazla kilolarınızdan kurtulmak için kalorisi düşük besinleri mi tercih ediyorsunuz? Doğru yoldasınız. Çünkü ihtiyacınızdan fazla aldığınız her 7 bin kalori 1 kilo daha yağ depoladığınız anlamına geliyor. Tam tersi durumda ise günlük ihtiyacınız olan kaloriyi yarıya düşürürseniz, 1 hafta sonra kendinizi 1 kilo zayıflamış bulabilirsiniz! Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Özlem Sezgin Meriçliler, diyet yapanların mutlaka kalori hesabı yapması gerektiğini belirtiyor.

Fazla kilolarınız var ve yaz gelmeden kurtulmak istiyorsunuz. Diyete başladınız, daha az kalori alarak zayıflamaya çalışıyorsunuz. Doğru yoldasınız çünkü kilo alıp vermek aslında matematiksel dengeler ve hesaplamalar üzerine kurulu. Yani kilo vermenin de bir matematik denklemi var! Bu denklemi şöyle düşünebilirsiniz; bir kalori kumbaramız var.  Günlük almamız gereken zorunlu kalorinin üzerinde aldıklarımız artı kalori hanesine yazılıyor ve bunlar toplanarak fazla yağlara dönüşüyor. Tam tersi durumda da yani günlük harcadığımız kalorinin altında kalori alırsak aradaki açık eksi kalori hanesine yazılıyor ve dolayısıyla vücudun enerji ihtiyacı için daha önce depolanmış yağlar yakılmaya başlanıyor.

Dr. Özlem Sezgin Meriçliler, diyet yapanların mutlaka kalori hesabı yapması gerektiğini belirterek metabolizmamızın çalışması, kilo alıp vermedeki matematiksel dengeler hakkında merak edilen soruları yanıtladı: 

Diyet yaparken kalori hesabı yapmak doğru mu, yanlış mı?

Her 7 bin kalori bir kilo demektir. Yani yaktığımızdan her 7 bin kalori fazla aldığımızda bir kilo alırız. Aynı hesaba göre yaktığımız kaloriden her 7 bin kalori az aldığımızda da bir kilo veririz. Vücutta kumbara sistemi vardır, artı ve eksi kalori kayıtlarının olduğu bir kumbaradır bu.

Diyelim ki bazal metabolizmamız 1500 kalori olsun. Günlük hareketle de 500 kalori harcamış olalım. Böylece günde 2 bin kalori yakmış olalım. Eğer günde 2 bin kalori yakan bir kişi olarak, bin kalorilik bir diyet yaparsak, bir haftada 7000 kaloriyi eksi kalori hanesinde toplayarak 1 kilo veririz. Tersine, her gün yaktığımız kaloriden 1000 kalori fazla alırsak bir haftada artı kalori hanesine 7000 kalori toplayarak 1 kilo alırız. 

Peki kalori yakmamızda etkili olan bazal metabolizma nedir, nasıl çalışır?

Metabolizma iki ayrı bölümden oluşuyor. Birincisi bazal metabolizma dediğimiz 24 saat hiç hareketsiz dursak bile böbrek, karaciğer, kalp gibi iç organlarımızın çalışması için vücudun harcadığı enerjidir. İkincisi de hareketle harcadığımız enerjidir, hareketimiz değişken olduğu için hareketle harcadığımız enerji de değişkendir. Bazal metabolizma beyinde bir merkez tarafından kontrol edilir, günlük hareket düzeyimiz, beslenme düzenimiz, günlük kalori alımı gibi faktörlerin etkisi ile bazal metabolizma artabilir ya da yavaşlayabilir.

Bazal metabolizmayı hangi faktörler etkiler? 

Bazal metabolizma pek çok faktör tarafından etkilenir. Halk arasında en çok bilinen ve üzerinde durulan tiroid fonksiyonlarındaki değişkenliktir. Oysa düzenli beslenip beslenmediğimiz, gün içinde aç kalıp kalmadığımız, yediğimiz gıdaların içeriği, günlük hareket düzeyimiz, kullandığımız ilaçların özellikleri, uyku düzenimiz başta olmak üzere bazal metabolizmanın düzenlenmesinde etkili olan çok sayıda faktör vardır.

Kimin metabolizması en hızlıdır?

En hızlı metabolizma sanılanın aksine kilolu olan ve hiç diyet yapmayanlardır. Ne kadar çok yiyorsak aslında metabolizma o kadar hızlıdır, kilomuz ne kadar fazlaysa, hareket ederken taşıdığımız kütle fazla olacağından harcayacağımız enerji de o kadar fazladır.

Metabolizması en yavaş kişiler kimlerdir?

- Sürekli diyet yapanların metabolizması çok yavaştır. Bize birçok kişi diyetimi bozmuyorum, ama hiç doymuyorum, kilo veremediğim gibi kilo alıyorum diye gelir. Bunun nedeni sürekli düşük kalorili diyete vücudu alıştırmalarıdır.
- Metabolizmanın yeterli ve sağlıklı çalışıp çalışmadığının diğer belirteci aç kalarak beslenip beslenmediğimizdir. Eğer günde 1-2 öğün yiyorsak, kahvaltıyı atlıyorsak, bütün gün aç gezip sadece akşam yemeği yiyorsak vücut enerji girdisini az olarak algılar ve her şeyi depolamaya başlar. Enerji harcamayı mümkün olduğu kadar azaltır. Açlık metabolizmayı yavaşlatan önemli bir faktördür.

- Birtakım hastalıklar metabolizmayı değiştirir. Bazı hipofiz bezi hastalıkları (agromegali, cushing sendromu vb.), hipotiroidi, insülin direnci gibi. Tiroid hastalıkları ve insülin direnci sık görülmekle birlikte diğer hastalıklar daha nadir karşımıza çıkar.  O nedenle 'benim metabolizmam hiç çalışmıyor, su içsem yarıyor' cümlesini kuran kişilerin çoğunda esas problem düzensiz beslenme, sürekli aynı kalori ile beslenme, diyet yaptığını zannederek sürekli diyeti bozma gibi beslenme hataları ön planda akla gelmelidir.

Diyet yaparken kilo takılmaları neden oluyor?

Sürekli aynı diyetle aynı kaloriyle beslenince bazal metabolizma yavaşlar. Bazal metabolizmayı beyinde hipotalamus adı verilen bölüm düzenlemektedir.  Hipotalamus bu düzenlemeyi öncelikle günlük aldığımız kaloriye göre yapar. Hep aynı kaloriyi alıyorsak, yaktığımız kaloriyi buna eşitlemek için uğraşır. Diyet yapmaya başlayınca daha önce bahsettiğimiz gibi bir kalori açığı yakalarız, eksi kalori hanesinde biriken kaloriler 7000 kalori olunca 1 kilo veririz. Ancak aynı diyete devam ederken hipotalamus harcanan kaloriyi aldığımız ile eşitler ve bir süre sonra yaktığımız-aldığımız kaloriler eşit hale gelince eksi kalori hanesinde puan toplayamaz hale geliriz. Bu süreçte ara ara diyeti bozdukça artı kalori hanesine puan atmaya başlarız ve burada toplanan kaloriler 7000 kalori olunca bir kilo alırız. Yani diyet yaparken kilo almaya başlarız. 'Su içsem yarıyor' aşaması genellikle bu aşamadır. Tabii yarayan su değil ara ara bozmaların getirdiği kalori birikimidir.

Takıldığımız kilolardan kurtulmanın yolu nedir?

Bu süreci geciktirmenin ya da düzeltmenin birinci yolu düzenli spor yapmaktır. Spor yapmak metabolizmanın yavaşlamasını önler. Ayrıca diyet mutlaka diyet uzmanı eşliğinde profesyonel bir düzenleme ile yapılmalıdır. Diyet uzmanı diyet sırasında kişinin metabolik cevabına göre diyeti değiştirir, kalorinin vücuda giriş şeklini değiştirir ve hipotalamusun diyete uyum sağlayacak şekilde metabolizmayı yavaşlatmasını önler ya da geciktirir. Ayrıca kontrollü diyet yapmanın, diyeti bozma sıklığını azalttığı da gösterilmiştir.

Sporun diyete yardımcı olması için ideal süre ne olmalıdır?

Herkesin spor ihtiyacı farklıdır. Hiç spor yapmayan bir kişi yürüyüş yaparak spora başlayabilir. Gün aşırı 30-60 dakikalık yürüyüş son derece faydalı olabilir. Zaten düzenli spor yapmakta olan bir kişi metabolizmayı daha da hızlandırma ihtiyacı duyarsa yağ yakıcı egzersiz yapması gerekir (step, aerobic, koşu vb..)

Sporun yaşam biçimi haline gelmesini öneriyoruz, eğer yaşam biçimi haline gelmeyecekse kilo vermek istediğiniz dönemde faydası olur, ancak sporu bırakınca metabolizma üzerindeki etkisi kaybolur.  Diyelim  10 kilo vermeniz gerekiyor, 3 aylık süre içinde her gün iki saat spor yaptınız ve günlük enerjinizi artırdınız. İstediğiniz kiloya indikten sonra  sporu tamamen bırakırsanız, harcanan kalori azaldığı için metabolizmada hemen kalori fazlası meydana gelir ve kiloların en azından bir kısmını  geri alırsınız.

Yağ yakıcı egzersiz için gün aşırı yine haftada üç gün yaklaşık 40-50 dakika spor yapmalı. Ancak yağ yakabilmek için bu sürenin en az 20 dakikasında kalp hızının 120'ye çıkması gerekiyor. Step, koşu, aerobik, düzenli yürüyüş yapan kişide metabolizmayı hızlandırıp kilo vermeyi kolaylaştırmak mümkün olabiliyor.

İnsülin direnci metabolizmayı nasıl etkiliyor?

Kan şekerini kontrol edip şeker hastası olmamızı engellemek için vücudun salgıladığı hormon insülindir. Bazı kişilerde insülin normal miktarlarda şeker kontrolü sağlayamaz, bu kişilerde şeker hastası olmayı engellemek için vücut normalden fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Artan insülin kan şekeri kontrolünü sağlar ama birtakım yan etkilere de yol açar. Kan şekeri kontrolünün normalden fazla miktarda insülin ile sağlanmasına 'İnsülin Direnci' diyoruz.  Artan insülin sık acıkmaya, sofradan yeni kalkıldığında dahi açlık hissine, gece yeme alışkanlığına ve tatlı krizlerine yol açabilir. Bu nedenle ortaya çıkan beslenme düzensizliği kilo almaya yol açar. Kilo almak, yani yağ dokusunun artması insülin direncini artırarak insülin salgısının daha da artmasına yol açar, bu şekilde metabolik bir kısır döngü ortaya çıkar.

Fazla yağ dokusu insülin direncini tetikler mi?

Kilo almak, yani vücut yağ dokusunun artması insülin direncini ortaya çıkaran en önemli faktördür.  Her kilolu kişide  insülin direnci yoktur, ancak insülin direnci olan hastaların hemen tümü kiloludur. İnsülin aynı zamanda yağ dokusunu besleme özelliği olan bir hormondur, o nedenle insülin ne kadar fazla ise kilo alma riski o kadar fazladır. Diyet yapılsa dahi insülin direnci olan bir kişide insülin sürekli yağ dokusunu beslediği için kilo vermek zorlaşır. Spor insülin direncinin azaltılmasında çok önemli bir rol oynar. Diyetin düzenli uygulanması, sağlıklı beslenme yine insülin direncini en aza indirir. 

İnsülin direnci ile ilgili en önemli konu, bu durumun şeker hastalığına zemin hazırlayan metabolik bir durum olmasıdır. Özellikle genetik yatkınlık varsa, yani ailede diyabet öyküsü varsa, insülin direnci varlığında sürekli fazla insülin salgılayan pankreas yorularak insülin salgısını azaltırsa diyabet ortaya çıkar. Bu sürecin insülin direnci aşamasında fark edilerek tedavisi ise diyabet gelişme riskini azaltır.

Uzman Dr. Özlem Sezgin Meriçliler

Kaynak:Haberturk.com

çifte bayram

29 Ekim 2012 yazildi.

29 ekim cumhuriyet bayramımız ve geçmiş kurban bayramımız kutlu olsun



mor bileklik

22 Ekim 2012 yazildi.

mor boncuklarla yapılan kolay ve şık bileklik. kızımın bileğine çok da yakıştı.








Bu Dünürler Size De Tanıdık Gelecek!

yazildi.



Evli olan herkes, kendi annesiyle eşinin annesinin arasındaki çekişmeyi çok iyi bilir! Alttan alttan laf sokmalar, birbirleriyle rekabet etmeler, gözlerini devirerek imalı bakışlar... Vanish yeni kampanyası için çektiği videoda, dünürlerin bu tip komik atışmalarını çok iyi anlatmış! Yukarıdaki videoda birbirini çekemeyen bu iki dünürü siz de izleyebilirsiniz.

En çok sevdiğim şeylerden biri de, dünürlerin söylediklerinin yanı sıra aklından geçenleri de duyabilmemiz... Birbirleri hakkındaki gerçek düşünceleri, videoya büyük ölçüde mizah katmış. Oyuncuların mimikleri de bir o kadar iyi! Parodi tadındaki bu video çok konuşulacağa benziyor.

Üstelik Vanish’in Facebook hayran sayfasında, bu video ile bağlantılı bir aplikasyon da yer alıyor. http://bit.ly/omurbiterdunurgitmez adresine giderek ileride nasıl bir dünür olacağınızı öğrenebilir, pespembe bir çamaşır makinesi kazanma şansı yakalayabilirsiniz!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Fanatizm aynı zamanda bir sağlık sorunu

21 Ekim 2012 yazildi.

Fanatik, takımı ile kendi onurunu özdeşleştiriyor.

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, fanatizmin bir sağlık sorunu olduğunu belirterek, 'Fanatizm insanlar arası ilişkileri bozmakta, şiddet, kavga, dargınlık, hatta yaralama, öldürme gibi kötü sonuçları ile toplumsal barışı tehdit etmektedir' dedi.


Yorulmaz, yaptığı açıklamada, fanatizm de şeklin özden daha önemli ve ön planda olduğunu söyledi.

Fanatiklerin inandıkları düşüncenin özünü bilmediklerinden ve sadece şekil tarafı ile yetindiklerinden inandıkları fikre zarar da verdiğini anlatan Yorulmaz, 'Fanatik, tuttuğu takım ile kendi onurunu, kendi benliğini özdeşleştirir ve takımı yenildiğinde kendi benliği, onuru zarar görmüş gibi tepkiler gösterir. Bu nedenle de onurunu kurtarmak için taşkınlıklar yapabilir, karşı takımın oyuncularına, taraftarlarına saldırabilir, stadyum koltuklarını kırabilir' diye konuştu.

-FANATİZM VE ŞİDDET-

Fanatiğin, inandığı bağlandığı fikrin özünü bilmediği için fikirleri ile karşı görüşteki insanları ikna edemeyeceğini bildiğinden tartışmaya girmek yerine fikrini şiddete başvurarak savunmaya çalıştığını anlatan Yorulmaz, şunları kaydetti:

'Ne yazık ki, fanatik düşünceli insanlar bazen maçlardan sonra eşyalara, araçlara, diğer takım taraftarlarına bazen konu ile ilgisi olmayan insanlara zarar verebilmekte bunun sonucunda kendisi de bir takım cezalarla karşı karşıya kalabilmekte. Dolayısıyla fanatik hem kendisine hem de başkalarına zarar vermektedir.

Fanatizm sanıldığı gibi sadece spor taraftarlığında değil, hayatın her alanında rastlanan bir düşünce ve davranış sorunudur. Fanatik için dünya ya siyah ya da beyazdır, gri yoktur. Fanatiğin benimsediği görüş o düşüncenin aslından farklı da olsa, onun için kendi benimsediği şekliyle doğrudur. Onlar için karşı görüşün hiç haklı olduğu bir nokta yoktur.'

Fanatik görüşlerinden şüpheye düşmemek için sadece kendi görüşüne uygun görüşleri dinlediği, o görüşleri savunan kitapları, gazete ve dergileri okuduğu vurgulayan Yorulmaz, şöyle devam etti:

'Fanatikler ya aktif yani görüşünü fiziksel şiddet kullanarak kabul ettirmek ya da karşı çıkanları fiziksel şiddet kullanarak sindirme yolunu seçenler ile pasif fiziksel şiddet dışında tavırları, sözleri, seçtiği kelimeler, jest ve mimikleri, davranışları ile karşı görüşte olanları sindirmeye çalışmak ya da kendi görüşünü kabul ettirmek isteyenler olmak üzere iki tipte olabilmektedir. Fanatik otoriterdir, gücü elinde bulundurduğunda kendi doğrularını emri altındakilere her türlü baskıya şiddete başvurmayı göze alarak, zorla benimsetmeye çalışır, bu konuda acımasızdır. Fanatik insanlar, çevrelerindeki diğer insanlar için de çekilmez insanlardır.'

Fanatizmin artık bir sağlık sorunu olarak değerlendirildiğini anlatan Yorulmaz, 'Fanatizm insanlar arası ilişkileri bozmakta, şiddet, kavga, dargınlık, hatta yaralama, öldürme gibi kötü sonuçları ile toplumsal barışı tehdit etmektedir' dedi.

-FANATİZMDEN KURTULMANIN YOLU

Fanatik olanların diğer fanatik insanların bu tutumundan şikayet ettiğini, ancak kendi fanatik tutum ve davranışlarını da haklı gördüğünü anlatan Yorulmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

'Bu çelişki nedeniyle fanatik iç dünyasında aslında huzursuzdur, rahatsızdır. Fanatizmden kurtulmanın yolu, kendimize yakın bulduğumuz, benimsediğimiz düşüncelerin, fikirlerin özünü kavramaya çalışmaktır. İnandığımız düşüncelerin olumlu olumsuz yanları konusunda, doğru ve geniş bir fikir sahibi olmak amacıyla taraftar ya da karşı görüşleri sakin biçimde, ön yargılar ile peşinen reddetmeden dinlemek, okumak, öğrenmek ve bizim düşüncemizi paylaşmayan, farklı düşünceleri olan kişilerin de olabileceğini görmektir. Doğruların herkes için aynı olmayabileceğini, insanların kendilerine özgü düşüncelerinin olabileceğini kabul etmek ve bu konuda insanlara anlayış göstermek, bizim hiç kimseden daha akıllı olmadığımızı ya da herkesin en az bizim kadar akıllı olabileceğini kabul etmek, doğruların zaman içinde değişebileceğini akıldan çıkarmamak, kendimizi karşımızdakilerin yerine koyarak düşüncelerini anlayışla karşılamak ve sevgidir.

Özetle fanatizmin ilacı saygı ve anlayış göstererek tüm düşünceleri dinlemek, ancak karar verirken başkalarının beyniyle değil kendi beynini kullanarak karar vermektir.'

Doğal yoldan hafıza nasıl güçlenir?

yazildi.

Uzmanlar unutkanlığa son vermek ve beyin gücünüzü geliştirmek için bu gıdaları öneriyor

Hafızanızı güçlendirecek, konsantrasyon ve odaklanmanızı arttıracak çok fazla gıda, takviye, bitki var. Bu beyin yiyeceklerini, düzenli egzersiz ve iyi bir gece uykusu ile birleştirirseniz, beyin gücünüzü güçlendirmiş olacaksınız. Ama aklınızda bulunsun bazı yiyecekler beyin için iyiyken, bazıları tam tersi etkiye sahiptir.

İşlenmiş gıdalar karbonhidratta, şekerde, tuzda yüksek olan-örneğin kek, bazı ekmekler ve tahıllar beynin ihtiyacı olan bazı kimyasalları engelleyebilir.
Beyin gücünüzü arttırmak istiyorsanız, işte size bazı yiyecek, ot ve takviyeler

YUMURTA

Beynimizin katı kısmı yağdan oluştuğu için, ona iyi yağlar sağlamalıyız. Yağ asidi veya EFA- çünkü vücudumuz bu yağları üretemez. Beyindeki anıların yaratılması ve sürdürülmesine dahil olan sinapsın (kromozomların birleşmesi) oluşması için yağ gereklidir. Yumurta mükemmel bir EFA kaynağıdır.

YAĞLI BALIK

Eğer anneniz size balık yemenin sizi akıllı yapacağını söylediyse, doğru söylemiş. Yağlı balık çeşitleri örneğin som, sardalya,uskumru,ringa yüksek değerde omega -3 yağı olarak bilinen EFA’ya sahiptir. Bu yağ, beyin hücrelerimiz için çok önemlidir. Öğrenme gücünü ve hafızayı geliştirir. Sardalya da ilave bir fayda ise hafıza için gerekli olan beyin kimyasalı choline’e sahip olmasıdır.

SOYA

Burada bahsedilen bütün besinler proteinle paketlenme avantajına sahiptir. Bu da hafızaya bağlı sinir taşıyıcılarını tetikler. Soyada da böyledir. Soya proteini, soya fasulyelerinden alınan konsantre protein, büyük bir protein kaynağı olup takviye, sıvı veya toz halinde bulunur. Doğal haliyle bulunan soyada (soya sütü) gibi sözlü ve sözsüz hafızayı geliştirir.

OTLAR

Gingko biloba, Doğu kültüründe binlerce yıldır kullanılan, en çok bilinen hafıza otudur. Kan damarlarını genişleterek ve arz edilen oksijeni arttırarak , beyine giden kan akışını arttırır. Ama sonuçlarını görmeye başlamanız birkaç hafta alabilir. Aynı zamanda beyin hücrelerine zarar verecek radikallerden de kurtulur.

YEŞİL ADA ÇAYI

Son çalışmalarda yeşil ve siyah çayın Alzheimer hastalarında, akıl fonksiyonlarının ve hafızanın yok olduğu bir hastalıkla mücadele etme ilacı olduğu anlaşıldı. İki çeşit çayda hastalıkla birçok yönden mücadele ediyor. Ama en önemlisi acetylcholine’nin (Alzheimer hastalarında tükenmek üzere olan ,hafıza için ana kimyasallardan biri) yok olmasını engelliyorlar. Yeşil çay bu konuda bir adım önde, etkisi 1 hafta sürüyor, aynı bitkiden gelen siyah çayın etkisi ise bir gün sürüyor.

ADAÇAYI

Kelime hatırlama testinde, adaçayı alanlar almayanlardan daha başarılıydı. Bu mekanizma tam olarak belli olmasa da, uzmanlar adaçayının beyne mesaj gönderen kimyasalları arttırdığına inanıyor. Bu Alzheimer'li hastalarında problemi olduğu için, adaçayı bu hastalığın tedavisinde kullanılabilir.

BİBERİYE

Adaçayı gibi , biberiye de hafızayı güçlendirir, akıl berraklığını sağlar ve beyin yorgunluğunu azaltır. Çalışmalar, biberiyenin uzun dönemli hafızayı %15 geliştirdiğini göstermiştir.

B VİTAMİNİ

Sağlıklı ve dengeli beslenme size tüm gerekli vitaminleri sağlasa da, vitamin B hafızanız için gerekli olabilir. Özellikle stresli zamanlarda. Fiziksel veya mantıksal olarak stres altında olduğunuzda, vücudunuzdaki b vitamini azalır. B vitamini eksikliği, acetylcholine’in (hafıza için gerekli kimyasal) beyindeki fonksiyonlarını yerine getirmesini engeller. B vitamini aynı zamanda beyne oksijen taşır ve radikalleri yok eder. Bu da hafızayı veya duyuları güçlendirir.Ya vitamin alırsınız yada b vitamini açısından yüksek besinler(karaciğer, yumurta, soya fasulyesi,yeşil fasulye) tüketirsiniz.

DEMİR

Demir eksikliği- Amerika’da en yaygın olan besin eksikliği-birçok yan etkisi de vardır., konsantrasyon zorluğu, beyinde küçülme, dikkatin azalması Demir oksijenin beyne gitmesine yardımcı olur. Demir eksikliği yüzünden oluşacak oksijen eksikliği beyin hücrelerinin çalışmalarını yavaşlatacaktır.

Basit bir kan testi eksikliğiniz olup olmadığını gösterecektir. Eğer varsa, demir takviyesi alabilir veya demir içeriği yüksek yiyecekleri tüketebilirsiniz. Örn: yağsız et, fasulye. Vitamin C vücudunuzun demiri emmesini sağlar, bu 2 vitamini ya takviyelerden yada yiyeceklerden alın.

SU

Beynin p suyla kaplı olduğunu için, bu sıvı hafıza için gereklidir. Aslında subeyin fonksiyonlarının bir bütün olarak hızlandırır. Su olmadığı zaman daha yavaş çalışır. Bu durum hafıza içinde geçerlidir. Susuz beyin,bilgi bulundurma ve hafızayı oluşturmada beynin kapasitesini etkileyen hormon cortisolü salıverir. Cortisol, beynin daha basit ve içgüdüsel hareket etmesini sağlayan adrenalini serbest bırakır.Bu da beyin fonsiyonlarını ve hafızayı etkiler.

BEYİN GIDASI

Hafızanızı ve konsantrasyonunuzu güçlendirecek bazı gıdaları veya takviyeleri diyetinize eklemek çok basittir. Sabah bir yumurta, öğle yemeğinden sonra bir bardak yeşil çay, akşam yemeğinde adaçayı soslu spagetti ve gün boyunca çok fazla su. Kendinizi bir dahi gibi hissedeceksiniz.

Göbek yağınızın kıymetini bilin!

yazildi.

Estetik olarak hoş görülmeyen göbekli kişiler yakında çok avantajlı olacaklar

Hücresel Tedavi Derneği Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, kilolu kişilerin göbek yağında kök hücre olduğunun ortaya çıktığını belirterek, "İleride göbek yağında bulunan kök hücreler, estetik olarak hoş görülmeyen göbekli kişilere avantaj sağlayacak" dedi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Prof. Dr. İlhan, hematoloji alanında birçok hastalığın tedavisinde yıllardır kullanılan kök hücrenin, hücrenin biyolojisi ve plastisitesinden kaynaklanan iyileştirici ve yenileştirici özelliği ile son yıllarda tüm tıp alanında bu konudaki araştırmaların başlamasına neden olduğunu söyledi.

Ankara Üniversitesi Hemotoloji Bilim Dalının 22 yıldır kemik iliği nakli, kanda kök hücre nakli ve göbek kordon kanı nakli yaptığını ifade eden Prof. Dr. İlhan, "Türkiye'de 33 merkez, Sağlık Bakanlığından ruhsatlı olup kök hücre nakli yapmaktadır. Ancak bunların tamamı lösemi, lenfoma hemotolojik hastalıklarla ilgilenmektedir. Asıl gelişme, son 10 yılda bir dokudaki kök hücreden tamamen farklı dokudaki hücre tipinin oluşabildiğini gösterdi. Örnek verecek olursak kan hücrelerinden nöron, karaciğer ve kalp kası hücresi oluşabilmekte. Bugün kalp krizinde, şeker hastalığında, bağırsak iltihabında, bronşitte ve organ nakillerinde kök hücrenin yeri var. Sağlık Bakanlığında ise son 4 yıldır Kök Hücre Araştırma Komisyonu kuruldu ve görevini yürütüyor. Özellikle bugün Türkiye'de embiriyonik olmayan, yetişkin kök hücrelerle araştırma yapmak serbesttir" dedi.

Prof. Dr. İlhan, Türkiye'de kalp krizi geçiren ve by-pastan fayda görmeyenlere, damar tıkanıklığını normal tedaviyle çözemeyenlere kök hücre tedavisinin başarıyla uygulandığını anlatarak, "Bunların hasta tedavisinde gündeme girmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç var. Diyabet hastalığında kök hücrenin etkili olduğunu biliyoruz ama bunların hastaya uygulanması için belli bir kurallar ve uygulamalar var, bunları bekliyoruz" diye konuştu.

Kanser tedavisi

Kanser tedavisinde yapılan kemoterapinin sadece kanser hücrelerini değil, normal hücreleri de öldürdüğünü belirten Prof. Dr. İlhan, "Bu da sorun yaratıyor. Şimdiki görüş (biz her kanserde bir kök hücre olduğunu düşündüğümüze göre acaba bu kanser kök hücresini tespit edebilir miyiz? Tespit ettikten sonra buna göre bir ilaç geliştirebilir miyiz?) Bu konuda bilim adımlarının yaptıkları çalışmalarla büyük yol alındı. (Tümör aşısı) dediğimiz, kanser aşısı devreye giriyor. Benim inancım 5 yıla kadar bu çalışmalar bitecek ve insanlara tedavi yönelik ilaçlar gelişecek. Lösemiler, pankreas, kolan, meme kanseri gibi kanserlerde, kanserin ana hücresinin olduğu ve bundan tespit edildiği artık bilinmekte" şeklinde konuştu.

Göbek yağında kök hücre

Prof. Dr. İlhan, "obez olarak tanımlanan kilolu kişilerin göbek yağında kök hücre olduğunun ortaya çıktığına" da değinerek, "İleride göbek yağında bulunan kök hücreler estetik olarak hoş görülmeyen göbekli kişilere avantaj sağlayacak. Göbek yağında bulunan kök hücreleri kişinin kendisine yönelik kullanabileceğiz. Saçı dökük kişilere yönelik uygulanan kök hücre tedavisinde de yüzde 20 oranında başarı sağlandığı biliniyor" diye konuştu.

Türkiye'de böbrek, kalp, karaciğer nakli bekleyen çok sayıda hasta bulunduğuna da değinen Prof. Dr. İlhan, kök hücre çalışmalarıyla bu nakillerde büyük bir artışın yaşanmasının beklendiğini sözlerine ekledi.

Kansere karşı doğru beslenmeyi öğren

yazildi.

İşte kanserden korunmada beslenmenin yolları!

Kalın bağırsak (kolon), meme ve prostat kanserlerinin yüzde 80'inin nedeni yanlış ve sağlıksız beslenme alışkanlıkları! İşte bu nedenle kansere karşı doğru beslenmeyi öğrenmelisiniz. Kanserden korunmada beslenmenin önemi nedir?

Çağımızda sürekli artan kanser vakalarının yarısını akciğer, kalın bağırsak, meme ve prostat kanserleri oluşturuyor. Kalın bağırsak (kolon), meme ve prostat kanserlerinin yüzde 80'inin nedeni ise yanlış ve sağlıksız beslenme alışkanlıkları! İşte bu nedenle kansere karşı korunmada beslenme çok önemli bir yer tutuyor.

Kolon kanserinden beslenmeyle korunabilir miyiz?

Özellikle kolon kanserine karşı posa tüketimini artırabilirsiniz. Posa tüketimini artırmak için beyaz ekmek yerine kepekli ekmek tüketmek, pirinç ve makarnayı kepekli tercih etmek, meyveleri kabukları ile yemek ve bol sebze tüketmek gibi basit önlemler alabilirsiniz.

Kansere karşı korunmak için nasıl beslenmeliyiz? 

İdeal kilonun sağlanması ve korunması çok önemli. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; çoğu kanser türü fazla kilolularda daha sık görülüyor.

Antioksidan besinlere ağırlık verin; çünkü antioksidanlar, hasar verici serbest radikallerin çoğalmasını engellerler. Özellikle turuncu, sarı, kırmızı ve koyu yeşil yapraklı sebze ve meylerden bolca yemelisiniz. Günlük 3 - 4 porsiyon meyve, 2 - 3 porsiyon sebze tüketebilirsiniz.

Yağ tüketimini azaltın. Bitkisel kaynaklı yağlara öncelik verin ve özellikle zeytinyağı ağırlıklı beslenin.

Fazla şekerli ve tuzlu gıdalardan uzak durun. Çay şekeri gibi basit gıda içeren besinler, vücutta fazla insülin salgılanmasına yol açar ve bu durum kanser hücrelerinin çoğalmasını tetikler. Bu nedenle karbonhidrat ihtiyacını meyve, sebze, süt ve yoğurt gibi kaynaklardan sağlamakta fayda vardır.

Fazla alkol ve kahveden uzak durun.

Et tüketimini çeşitlendirebilir; haftada 1 - 3 gün balık, 1 - 3 gün kırmızı et, 1 - 3 gün tavuk ve 1 gün yine protein içeriği zengin olan kuru baklagilleri tercih edin.

Nitrit ve nitrat içeriğinden dolayı salam ve sosis gibi şarküteri ürünlerinden uzak durun.

Kanser hastalarında en fazla karşılaşılan sıkıntı, iştahsızlığa bağlı olarak gelişen kilo kaybı (kaşeksi) ve immün sistemin baskılanmasıdır. Doğal gıda ile enerji ve protein ihtiyacını karşılayamayan hastalar, doktorlarının kontrolünde beslenme destek ürünlerinde de yararlanabilirler.

Pişirirken nelere dikkat etmeliyiz?

Besinleri yüksek ısıda ve fazla pişirmekten kaçının. Kızartma yerine haşlama ve fırın yöntemleri tercih edin. Mangal kömürü, besinlerde kanserojen madde oluşumunu tetikler. Bu nedenle nadir olarak mangalda pişmiş gıdalar tüketin ve etlerin ateşe yakın olmamasına özen gösterin. Fazla kavrulmuş besinlerden uzak durun. Ayrıca katkı maddeli ve paket ürünler yerine doğal gıdaları tercih edin.

Yaşlanmayı önleyen kremler kanser yapıyor mu?

yazildi.

Yıllardan beri 'Kozmetik ürünler sağlığa zararlı mı?' tartışmaları yeni bir boyut kazandı.

Uzmanlar yaptıkları araştırmalar sonrasında,  kırışıklık kremlerinin kansere yol açtığı uyarısını yaptı.Yaşlanmayı önlemek amaçlı kullanılan kozmetik ürünlerinin neredeyse hepsinde kansere yol açan maddelerin bulunduğu öne sürüldü. Ancak kadınlar bu ürünlere masum bir istekle başvursa da kozmetik ürünlerin sanıldığı kadar masum olmadığı söyleniyor.
Illinois Üniversitesi  Çevresel Sağlıkla ilgili emekli öğretim üyesi  Dr Sam Epstein,  bu tür kozmetik kremlerin içeriğinde Alpha Hydroxy Acid  bulunduğunu, cilt için çok tehlikeli olabileceğini ve önemli hasarlar bırakabileceğini belirtti. 

‘Hemen hemen tüm kadınlar, hatta erkekler de dahil olmak üzere daha da güzel görünmek uğruna çareyi kozmetik ürünlerde buluyor.  Yaşlanmak doğal bir factor, korkulmaması gerek’  dedi. Amerika'nın önde gelen sağlık örgütlerinin de destek verdiği 'Güvenli Kozmetikler Kampanyası'nın sonuçlarına göre de; kozmetik ürünlerde kullanılan 10 bin 500 kimyasalın yüzde 89'u sağlık açısından güvenilirlik taşımıyor.

Kozmetik ürünlerin neden olduğu kanser türleri arasında ise ilk sıralarda; rahim, yumurtalık ve cilt kanseri geliyor. Amerikalılar'a göre; kozmetik ürünlerin denetimsizliğindeki en büyük nedenini ise bu ürünlerin ilaçtan sayılmaması oluşturuyor. 

Dr  Sam Eptein, 
ürünler bu denli dehşet  saçarken kozmetik endüstrinin, AB kuralları maddeleri gereğince ürünlerde uyarı  etiketi bulundurmaları gerektirdiğini savundu. Ayrıca yetkili birimlerin  insanları uyarması için girişimlerine devam edeceğini ifade etti.

tişörtleri süsleyelim

18 Ekim 2012 yazildi.

kızıma aldığım tişört bana pek sade geldi. canlandırmak renklendirmek lazım dedim ve boncuklarla süsledim. evde annemin verdiği eskiden oya yapılan kum boncuklarla süsledim. şimdi daha canlı ve renkli oldu.











Sevgilinizi Hararetlendirin

15 Ekim 2012 yazildi.

 Son günlerin en gözde Facebook uygulamalarından bir tanesi de Lipton Ice Tea Hararetmatik. Lipton Ice Tea Türkiye sayfası üzerinden ulaşabildiğiniz Hararetmatik uygulaması, IVR teknolojisiyle gerçekleştiriliyor. Türkiye’de ilk defa, yapılan şakayı kayıt etme özelliğine sahip bu teknolojiyle oturduğunuz yerden istediğiniz arkadaşınızı şakalayabiliyorsunuz. Bunun için tek yapmanız gereken, Facebook listenizdeki arkadaşlardan dilediğinizi seçip telefonunuzu ve hararetini yükseltmek istediğiniz arkadaşın telefonunu yazmak. Bu basit işlemden sonra Türkiye’nin son dönemdeki gözde komedyenlerinden İsmail Baki tarafından canlandırılan 5 ayrı telefon şakasından birini seçebiliyorsunuz. Günde 3 şaka hakkınız var ve unutmayın her arkadaşınıza sadece bir defa telefon şakası yapabilirsiniz.

Olay sadece şakayla da bitmiyor tabi. Eğer arkadaşınız şakayı sonuna kadar dinleme sabrı gösterirse hem siz hem de o SMS ile birer çekiliş numarası almaya hak kazanıyor. Her hafta sonunda da en fazla çekiliş hakkı elde eden kişi ise içi dolu, özel bir Lipton Ice Tea dolabı kazanıyor.


İsmail Baki’nin birbirinden renkli taklitleri ile eşinizi, sevgilinizi de tatlı tatlı kızdırabilirsiniz. Zaten duyduğuma göre özellikle karı-kocalar birbirlerini bolca şakalıyormuş. Yeni bir heyecan arayışı mı, soğuk yenen intikam yemeği mi orasını ben bilemem. Tek bildiğim bu şakaların gerçekten de çok keyifli olduğu.


Siz de aşkınızda hararet derecesini biraz artırmak istiyorsanız uygulamanın linki burada.

https://www.facebook.com/liptonhararetmatik/app_395429340516909

Seslendirmenin yapıldığı stüdyodan kamera arkası görüntüler ise çok eğlenceli:

http://youtu.be/bmkAfVBRBT4

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Egon mu Var Derdin Var!

14 Ekim 2012 yazildi.

Egonuz mu sizi yönetiyor, siz mi egonuzu? Peki, iş yerinizi kim yönetiyor; egolarınız mı, egosu yüksek çalışanlarınız mı? Egonuzu kontrol altında tutamıyor musunuz? 

Egolarla baş etmede zorluk mu çekiyorsunuz? İş yerinizde farklı egoların hâkimiyeti mi yoksa farklı egoların çatışması mı var?

İnsan yaşamının ayrılmaz bir parçası olan ego, iş dünyasının da en büyük dertlerinden biri aslında. Ego, toplumumuzda kendine tapma hastalığı olarak bilinse de, insan yaşamında onu hırslandıran başarıya götüren güdü olarak da algılanır. Özellikle iş hayatında karşımıza çıkan ego, aslında iş hayatının en büyük diktatörüdür.

Ego, Toplumun Biçtiği Bir Rol

İş dünyasında egoların tatmin edilmesi büyük önem taşır. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek, elinde olan fırsatları kaçırmamak için sürekli çalışır ve takdir bekler. Egolar tatmin edildiği sürece insan, kendini çok iyi ve güçlü hisseder. Fakat asıl sorun egoların tatmin edilememesiyle başlar. Kalsedon Danışmanlık’ın kurucusu Koç Nesrin Gökpınar, bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade ediyor:

“Ego aslında senin gerçek kimliğinin tam tersidir. Toplumun sana biçtiği ve senin de oynamaktan çekinmediğin roldür. Toplumun isteklerinin, senin isteklerin ve hedeflerin olması durumudur. İş hayatında seni konumlandırdıkları yerdir ve tatmin edilemeyen egolar, sahibi için sıkıntı verir.”

İşyerinde Kaosa Sebep Olabilir

Peki, bunun önüne geçmek için yöneticiler çalışanlarına nasıl davranmalı? Egolarını tatmin etmeye uğraşan çalışanlarınız bunun için ne gerekiyorsa yapacak ve önünde sonunda o başarıyı elde edip sizin takdirinizi kazanacaklardır. Siz de onları motive etmek adına çeşitli ödüller sunacaksınız.

Çalışanlarınızı yüceltmeye başladığınız andan sonra, diğer çalışanlarınızın buna alınması fazla zaman almayacaktır. Sonuç olarak da çalışma ortamında kaos oluşacaktır. Koç Nesrin Gökpınar; “Bu durumu önlemek için; tüm çalışanlarınızın, sizin için değerli olduklarını hissetmeleri çok önemlidir. En iyi çalışanlarınızı diğerlerine örnek gösterin, tanrılaştırmayın. Aksi takdirde iş ortamında rahatsız edici bir rekabet ortamı doğacak ve bu durum şirket verimliğine zarar verecektir” dedi.

Vajinismuslu Kadın Kendini Koruyor

yazildi.

Ülkemizde her evli on kadından birinde görülen vajinismus çoğu kez psikolojik nedenlerden ötürü ortaya çıkıyor.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe  şu bilgileri veriyor:
"Ülkemizde her evli on kadından birinde görülen vajinismusun yüzde 100 tedavisi vardır.  Vajinismus; kapanma, kendini koruma, uzak durma, barikat kurma ve sınır koyma ile ilgili savunma ihtiyaçlarının bir ifadesidir. Vajinismus, korkulan acıya, beklenen şiddete ve sınırlara girilmesine karşı kadınların kendilerini korumasıdır. Bir kaçınma ve erteleme hastalığı olan vajinismusta, çiftler penis-vajina ilişkinin gerçekleşmesi ya da tedavi alınması konusunda karşılıklı bir kaçınma sergilerler. Çiftler, kaygı uyandırıcı bu sorunun üzerine gitmek yerine uzak durmakta, bunun sonucunda sorun devam etmekte ve çözüm ertelenmektedir. Reddedilme ve terk edilme konusundaki aşırı duyarlılık, bağlanma kaygısını artırmaktadır. Vajinismus sorunu yaşayan kadınların eşleri, kaygı veren koşullarda destek olmak yerine kendilerini hem psikolojik hem de fiziksel olarak geri çekme eğilimindedirler."

Çocukluk Döneminden Kaynaklanabilir

Cinsel ve kişilerarası alanlarda yaşanan sorunların temelinde; 0–7 yaş dönemine ait anne-baba tutum ve davranışlarının önemli bir rolü olduğunu belirten Cem Keçe, "Bu dönemler kişilerin kendileri ve diğerleri arasındaki duygusal ilişkinin içsel temsillerini içeren bağlanma sitillerinin oluştuğu dönemlerdir. 0–3 yaş dönemindeki çocuklar fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için annelerine yakın olmak zorundadırlar. Bu açıdan bağlanma çocukların hayatta kalmalarını sağlayan biyolojik bir işleve sahiptir. Bu dönemlerde gelişen yakınlık oluşturma ve bağlanma sorunları, vajinismuslu çiftlerin yakın ilişki oluşturma süreci olan cinsel birlikteliğe karşı istem dışı bir kaçınma davranışı geliştirmelerine neden olmaktadır. Yani vajinismuslu kadınlar çocukluklarında ebeveynleriyle sağlıklı bağlanma sitilleri oluşturamazlar. Bu nedenle cinsel terapilerde, vajinismus sorunu yaşayan çiftlerin bağımlılık, fedakârlık, iç içe geçme eğilimleri ile yakın ilişkilerindeki kaygı yaşantıları üzerinde daha fazla çalışılması gerekmektedir" diye konuşuyor.

Cinsel Terapi Nasıl Yapılıyor?

Vajinismusun en yaygın tedavi yönteminin ise cinsel terapi olduğunu aktaran Keçe, terapi yöntemi ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulundu:

"Cinsel terapide uygulanan parmak egzersizleri ve bilişsel yeniden yapılandırma ile birçok çift vajinismus sorunun üstesinden gelmektedir. Davranışsal ev ödevlerinin ağırlıklı olarak kullanıldığı cinsel terapide amaç, kadına verilen parmak egzersizleri ile vajina girişini sistematik olarak duyarsızlaştırmak ve zamanla penis-vajina birlikteliğini gerçekleştirebilir hale getirmektir. Çiftin cinsellikle ilgili bakış açılarını ve yanlış inanışlarını gidermeyi, yerine doğru cinsel bilgilerin verilmesini içeren bilişsel yeniden yapılandırma sorunun kısa sürede çözülmesini sağlar. Cinsel terapide asıl olan vajina içerisine bir şeylerin alınması değildir, önemli olan çiftin cinselliğine ve savunma davranışlarına ait daha bütüncül bir bakış açısına sahip olmasıdır."

Vajinismus Tedavisi Çifte Özel Olmalı

Vajinismus sorunu yaşayan çiftlere kalıplaşmış tedavi yöntemlerinin uygulanmasının her zaman başarılı sonuç vermeyeceğini belirten CİSED Genel Sekreteri ve CİSED Medya ve Halkla İlişkiler Koordinatörü Psikolog Serap Güngör ise şu bilgileri verdi:

"Vajinismus sadece kadının sorunu değil, çiftin ortak sorunudur. Vajinismus tedavisi çifte özel olmalıdır. Uygulanacak tedavi yaklaşımı çiftin bireysel ve birlikte geçirdikleri tüm yaşam sürecini gözden geçirerek ve nesil aktarımları dikkate alınarak başlanmalıdır. Çiftin ihtiyaçlarının bilindiği bir cinsel terapi sürecini, kendisine özel olarak hazırlanmamış bir elbiseyi kişinin giymesine benzetebiliriz. Bir terzi elbise dikimine başlamadan önce kişinin beden ölçülerini alır, elbisenin kalıplarını çıkartır, elbiseyi kişiye özel biçer ve elbisenin kişinin üzerinde güzel durmasını sağlamak için provalar yapar. Cinsel terapistte aynı bir terzi gibi çiftin hassasiyetlerine, bağlanma sitillerine ve geçmiş yaşamlarına uygun bir çalışma yapmak zorundadır. Cinsel terapide formülasyon adını verdiğimiz çifte özel bir yol haritası uygulanmalıdır, aksi takdirde tedavide sorunlar yaşanabilir. Çünkü kişilerin hayata bakış açıları, yetiştirilme şekilleri, sorunu algılayışları veya birbirlerini algılayışları farklılık gösterebilir."

Sevgilinizin sizden uzaklaşmak için bahanesi var!

yazildi.

Bazen istemesekte erkeklerin nefret ettiği şeyleri yaparız ve bunun sonrasında "Şimdi sorun ne?" diye kendi kendimizi yeriz.

Erkekler bizler gibi sorun anında tepkilerini belli edemezler. Ve bazen içlerine öyle çok atarlar ki sorunun ne olduğundan asla haberiniz olmaz ama uzaklaştıklarını fark edersiniz. Şimdi okuyacaklarınızdan en az iki tanesi bile ilişkinizde yaşadığınız durumlarsa ortada bir sorun olduğundan emin olabilirsiniz.

Herhangi bir eski erkek arkadaşınız hakkında hikayelerinizi duymak istemezler.

Vücudunuzda eski erkek arkadaşınızın adı dövmeyle yazılmışsa bundan nefret ederler.

Yanlış anlaşılmaktan nefret ederler. Bu yüzden kilonuz, kıyafetlerinizle ilgili soru sormanızı istemezler.

Suçlayıcı ifadelerde bulunmanızı istemezler.

Satın almayı düşündüğünüz şeyleri (ayakkabı, çanta vb...) bilmek istemezler.

Ağlayan kadın görmek istemezler.

Kız arkadaşlarınızla yaşadığınız sorunları dinlemek istemez ve onlar hakkındaki şikayetlerinizle ilgilenmezler.

"Horluyorsun" kelimesini duyarak en derin uykularından uyandırılmak istemezler.

"Beni seviyor musun, doğru mu söylüyorsun?" sorularından nefret ederler.

"Kim aradı, o kız kimdi?" gibi soruları sevmezler.

Alkol alıp kavga eden kadınlardan kaçarak uzaklaşırlar.

Telefonunun, sosyal medya hesaplarının kurcalanmasını istemezler. Bunu kişiliklerine saldırı olarak adlandırırlar.

Sürekli kafasında olaylar kuran ve mutsuz olan kadınları sevmezler. Güler yüzlü, anlayışlı kadınlarla beraber olmak isterler.

Erkek arkadaşlarıyla vakit geçirirken sürekli aramanızı istemezler.

Annesiyle iyi geçinmenizi, anlaşamıyorsanız bile annesi hakkında şikayet etmemenizi isterler. Bu durum onlar için arada kalmışlık olur.

Annesi gibi sürekli "onu yeme, bunu içme, terlisin, sıkı giyin" gibi uyarılarda bulunmanızı istemezler.

Regl dönemlerinizde kavga çıkarmanızdan nefret ederler. Bu durumlarda evden gitmek bile isteyebilirler.

Arkadaşlarınıza seks hayatınızla ilgili konuları anlatmanızdan nefret ederler.

yol manzaraları

13 Ekim 2012 yazildi.

hafta sonu Samsun'a gittik. kayınpederimin rahatsızlığından dolayı herhafta gidiyoruz. bu hafta dönerken güneş batımına denk geldi. telefonla fotoğraf çektim. çok güzel bir manzaraydı hemen paylaşmak istedim. resimleri görünce  sizde bana katılacaksınız.
iyi seyirler











Bebekleri Nasıl Beslemek Gerekir?

yazildi.

Yenidoğan bir bebek için en iyi gıda anne sütüdür. Öyle ki,  yaşamın ilk 4 ile 6 ayı boyunca, başka hiçbir ek gıda gerekmeksizin, anne sütü bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşılamak için yeterlidir. Bu dönemde bebeğe ek olarak verilmesi gereken tek destek D vitaminidir.

Yenidoğan bebeklerler için en iyi gıda anne sütüdür. Bebeklerde 4-6 aydan itibaren ek gıdalara başlanır...
Anadolu Sağlık Merkezi’nden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Direktörü Pediatrik Endokrinoloji Uzmanı Dr Neslihan Güngör, bebek beslenmesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Neden Anne Sütü?

Anne sütünün üstünlükleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Her annenin sütü kendi bebeği için özel olarak yapılmaktadır. Anne sütünde inek sütünde bulunmayan ve laboratuarda üretilmesi mümkün olmayan 100’ den fazla bileşen vardır. Buna ek olarak formüle mamalardan (kutu veya şişe mamalar) farklı olarak, anne sütünün içeriği, bebeğin sürekli değişen ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli değişir ve yenilenir. Örneğin anne sütünün sabah saatlerindeki bileşimi akşamüzeri bileşiminden, bebeğin birinci ayındaki bileşimi yedinci ayınkinden, farklıdır. Ayrıca prematüre bir bebek için olan anne sütü bileşimi, zamanında doğan bir bebek için olandan farklıdır.

2. Daha iyi sindirilebilirlik, daha az kabızlık veya ishal: Anne sütü bebeğin hassas ve halen gelişmekte olan sindirim sistemi için  hazırlanmıştır. Anne sütündeki protein (çoğunlukla lactalbumin) ve yağ, inek sütündeki protein (çoğunlukla kazeinojen) ve yağa göre daha rahat sindirilebilir.Genel olarak anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal veya kabızlık gibi problemler hemen hiç görülmez.

3. Daha az sodyum (tuz) ve protein: Anne sütünün tuz ve protein içeriği inek sütüne göre daha az olduğu için, yenidoğanın gelişmekte olan böbreğine daha az yük bindirir.

4. Daha az alerji riski: Anne sütüne alerji geliştirme durumu hemen hiç görülmez, bebekler nadiren annenin yediği ve süte geçen bir gıdaya hassas ise buna reaksiyon verebilir. Oysa ki inek sütü bazlı formüle mamalara her 10 bebekten biri alerji geliştirebilir.

5. Daha iyi kalsiyum emilimi: Anne ütündeki kalsiyum, inek sütü bazlı mamalara göre daha iyi emilerek bebeğin kandolaşımına katılır. Bu anne sütündeki fosfor miktarının da göreceli olarak az olmasına bağlı olabilir.

6. Anne sütü ile beslenen bebeklerde daha az pişik görülür.

7. Anne sütü bebeği çeşitli hastalıklardan koruyan bağışıklık maddelerini (antikorlar) bebeğe vererek bağışıklık sistemini güçlendirir.Anne sütü ile beslenen bebeklerde kulak iltihabı, soğuk algınlığı gibi hastalıklar daha az görüldüğü gibi, hastaneye yatmayı gerektirecek mikrobik hastalıklar da bu bebeklerde daha az görülür.

8. Anne sütünün bebeği obeziteden koruduğuna ilişkin bilimsel araştırma verileri mevcuttır.

9. Psikolojik kazançlar:daha kuvvetli anne-bebek ilişkisi. Anne sütü verilmesi sırasında anne ile bebek arasında çok özel bir bağ kurulur. Bu bebeğin psikolojik gelişimine de olumlu katkıda bulunur.

10. Anne sütü verilmesi çok rahat bir besindir:her zaman kullanıma hazır,temiz ve ideal sıcaklıktadır. Bebeğin  ihtiyacı olan heryerde ve herzaman verilebilir. Anne sütü formle mamalar ile karşılaştırıldığında aynı zamanda çok ekonomik bir besindir

11. Anne sütünün anne sağlığı için de pekçok faydası vardır.

2 - 6 Arası Beslenme

Bebek 6 aylık olduğunda çeşitli besinleri sindirme ve absorbe etme (sindirim sisteminden kan dolaşımına alma) ve metabolize etme (işleme), kullanma ve vücuttan atma kapasitesi, bir erişkindeki kapasiteye yakındır. Buna ek olarak çoğu bebekte 6 aydan sonra dişler çıkmaya başlar. Dişlerin çıkması ile beraber diyetteki karbonhidratların  (şekerli, nişastalı gıdalar) diş çürüğü gelişmesine etkisi dikkate alınmalıdır.Bu dönemden itibaren bebek daha aktif olup, çevresini keşfetmeye başlamaktadır.

Bebeklerde ek gıdalara 4-6 aydan sonra başlanması önerilir. Pek çok annede anne sütünün üretilme hacmi 6. aydan sonra bebeğin tüm beslenme ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyebilir. Bu özellikle “demir” için geçerlidir.  Bu nedenle, sadece anne sütü ile beslenmekte olan bebekler için 4-6 aydan itibaren başlanan ek gıdalar, önemli besleyici maddeler içermelidir.

Ek gıdalar çerçevesinde anne sütünün yetersiz olduğu annelerde, formüle mamaların da bebeğe verilmeye başlanması vardır. Ayrıca anne sütü ve formüle mama dışı ek gıdalar bu kapsamdadır.
Ek gıdalara geçilirken altın kurallardan birisi de, bunlara adım adım başlayıp yavaş yavaş miktarı ve çeşitliliği arttırmaktır.

Ek gıdalara başlamak için uygun zamanın geldiğini gösteren ipuçları (Ek gıdalar için bebeğin hazır olduğunu gösteren gelişimsel işaretler); bebeğin yardımsız /desteksiz oturabilmesi, dille itme refleksinin azalması ve baş-boyun kontrolü olması, yiyeceği reddederse bunu rahatça yapabilmesi olarak sıralanabilir.

Hangi Ek Gıdalar Verilmeli?

- Tahıllar (serealler), demir için iyi bir kaynak olup, genellikle ilk başlanan ek gıda olmalıdırlar.

- Sebzeler ve meyveler tahılların ardından beslenmeye eklenir.

- Kısa süre sonra da et grubu ve en son da yumurta diyete eklenir.

- Her seferinde sadece tek bir yeni gıda eklenmeli ve yeni ek gıdalara başlamak için en az 3-4 gün beklenmelidir. Bu süre, verilen herhangi yeni gıdaya karşı bir besin alerjisi gelişip gelişmediğini gözlemlemek açısından önemlidir. Bu özellikle ailede bazen vd alerji öyküsü varsa önem kazanır.

- Ek gıdalar evde hazırlanabilir veya hazır alınabilir. Hazır alınan ek gıdalarda genel olarak demir katkısı da bulunmaktadır. Ayrıca hazır ek gıdalar değişik kıvam ve pütürlülük derecelerinde hazırlanmış olup, bebek büyüdükçe ve geliştikçe daha pütürlü ve tanecikli gıdaları tolere edebileceği için giderek uygun  çeşitler seçilebilir.

- Evde hazırlanan, tek et çeşidi ve bir veya birden fazla sebze içeren çorbalar çok popülerdir. Ancak bu gıdaların protein içeriği et püresi kadar fazla değildir. Puding ve tatlılar (muhallebiler) de anneler tarafından tercih edilmekle birlikte, bunlar süt ve yumurta içerdikleri dışında, çok fazla besleyiciler içermeyip sadece kalori (enerji) kaynağıdırlar. Ayrıca yumurta içeren besinlerin bebeğe verilmesi genel anlamda daha geç olmalıdır. Bu, özellikle ailede gıda veya diğer etkenlere karşı alerji öyküsü varsa, önem kazanır.

- Bebek yumurtayı tolere edebildiğini kanıtlayana dek ertelenmelidir. Örneğin, katı haşlanmış bir yumurta sarısının ezilerek verilmesi sonrası bunu tolere etme.

- Özellikle 4 aylıktan küçük olup yavaş büyüyen (kilo ve boy) bebekler için anne sütü alıyorsa anne sütü, formüle mama alıyorsa bu mamanın sıklık ve süresinin artırılması gerekir. Bu durumdaki bebeklerde erken olarak katı gıdalara geçilmesi uygun değildir.

- Katı gıdalara başlanınca, bebekler anne sütü /formüle mama alımını azaltırlar. Oysa ki süt, püre yapılmış et ve yumurta sarısı haricindeki tüm katı gıdalara göre kalori açısından daha zengindir ki bu katı gıdalar, ek gıdalar çizelgesinde daha ileriki aylarda yer alır.

- Bebeklere asla sosis, pişmemiş havuç, patlamış mısır, yuvarlak şeker ve üzüm gibi yiyecekler verilmemelidir. Bunlar solunum yollaına kaçıp boğulmaya neden olabilirler.

- 6. aydan sonra bardak ile meyve suyu verilmeye başlanabilir ancak günde yarım su bardağını (yaklaşık 100-120 cc) geçmemesi önerilir.

- Genel anlamda sağlıklı olan bebeklere çok sıcak hava veya sıvı kaybına yolaçan ishal gibi durumlar dışında  su ile takviye yapmak gerekmez.

- Bebeklere 12 aydan önce bal verilmemelidir. Botulismusa yolaçabilir.