Aradığınız insan o olabilir mi?

31 Mayıs 2012 yazildi.

Sadece aşık olmanız ömür boyu mutlu olacağınız anlamına gelmiyor, karşınızdaki kişi ile yıllarca aynı yastığa baş koymak istiyorsanız kendinize şu soruları sorun.

İş hayat arkadaşını seçmeye geldiğinde kimse bu kişi konusunda hata yapmak istemez. Aşk iki insanın bir araya gelmesi için en doğru neden gibi gözükse de bir evliliği sürdürmek adına bu duygunun yanında birçok farklı desteğe daha ihtiyaç vardır. Günümüzde artan boşanma oranları da bunu göstermiyor mu? Hayatınızı birlikte geçireceğiniz kişiyi bulduğunuzu düşünüyorsanız aşağıdaki soruları kendinize sorun.

Ortak amacınız var mı?

Evleneceğiniz insanla birlikte olduğunuz süre boyunca nasıl vakit geçirmeyi düşünüyorsunuz? Örneğin onunla sadece seyahat edip, yemek yiyip birlikte yürüyüş yapmayı mı? Hayat sadece bunları yaparak geçmez.

Bunlardan daha derin ve daha anlamlı bir şeyler paylaşmalısınız. Hayatı birlikte de yaşayabilir, ayrı ayrı da takılabilirsiniz.Bu sizin seçiminiz.

Güveniyor musunuz?

Bu soru ilişkinizin kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Güven bir ilişkinin temel besinidir. Siz evlenmeyi düşündüğünüz bu kişiye duygularınızı açacak ve fikirlerinizi özgürce paylaşacak kadar güveniyor musunuz? Bu soruya cevap verirken kendinize mümkün olduğu kadar dürüst olmaya çalışın.

İyi tanıyor musunuz?

İki çeşit insan vardır: Birincisi kişisel gelişimine önem veren, ikincisi ise sadece rahatını düşünen. Rahatına düşkün olanlar maddiyata çok önem verir. Evlenmeyi düşündüğünüz kişinin hayattaki duruşuna çok dikkat edin. Rahatına düşkün olan kişiler genellikle ‘ben merkezli’ olurlar. Önce kendilerini düşünürler oysa evlilik iki kişinin ortak yarattığı bir kurumdur. O yüzden bu konuya özellikle dikkat ederek ‘Evet’ deyin.

Diğer insanlara nasıl davranıyor?

Sevdiğiniz kişi etrafınızdaki insanlarla bir şeyler paylaşmaktan zevk alıyor mu? Yoksa aksine onların yanında içine mi kapanıyor? Arkadaşları ya da ailesi için özveride bulunmayan, onlarla maddi-manevi birtakım şeylerini paylaşmaktan kaçınan kişiler sizin için de aynı tutumu sergiler. Örneğin onun iyi davranmak zorunda olmadığı kişilere (garson, şoför vs.) nasıl davrandığına dikkat edin. Davranışlarını birlikte olduğunuz zamanlarda iyice gözlemleyin. Unutmayın başkalarına kötü davranan birinin yarın öbür gün sizi de üzebilme ihtimali yüksektir.

Uykusuzluk bebeklikten başlıyor

yazildi.

Uyusun da büyüsün demiş ninnilerimiz, 21. yüzyılda uyusun da büyüme hormonu salınsın diyoruz. Ama neden mutlulukla bağrımıza bastığımız bebeğimizin uyku saatleri ile bizimki uyuşmuyor? Hep böyle uykusuz mu kalacağız? Gece 8-10 saat uyuyan bebekler bir efsane mi?

Yenidoğan bebeklerin 2-3 saate bir uyanıp beslenmesi gerektiğini belirten Bayındır Hastanesi Kavaklıdere Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nevin Aykol, bebeğin kilo alımı yeterli ve doktor tarafından başka bir öneride bulunulmamışsa 2 haftadan itibaren uyandırmaya gerek olmadığını vurguladı. İlk 3 ay gece 24'ten sonra 2-3 kez olan uyanmaların 6 aydan sonra genellikle 1'e düştüğünü kaydeden Dr. Nevin Aykol, merak edilen soruları yanıtladı:

- Gece uyanmalarının nedenleri nelerdir? 
İlk aylarda kolik sancıları anne-babaları uyutmazken, bebek büyüdükçe diş çıkarma dönemi, gündüz yaşanan korkuların rüyalarda tekrarlanması, annenin işe başlaması ile terk edilme korkusu, anne sütünün kesilme dönemi gibi çeşitli nedenler geceleri uyanmaya yol açabilir. Bazı bebekler etrafta çok fazla uyaran olduğunda, kalabalık ortamlarda, eve yabancıların gelmesi ve aşırı aktivite yapılan bir günün sonunda uyuyamazlar. Anne-baba ile fazla zaman geçirmek isteyen bazı çocuklarda da uykuya direnirler.

- Gece ağlayan bebeğe nasıl yaklaşmalıyız? 
Öncelikle bebeğin fiziksel gereksinimlerinin karşılandığından yani karnının tok, altının kuru, ortam ısısının yeterli olup olmadığını anlamalıyız. Bebeğin kısa bir süre sonra tekrar uyuyabileceğini düşünerek aşırı gürültü, ışık gibi uyaranlar vermemeliyiz. Bebeği yatağından uzaklaştırmadan sakinleştirmeye çalışarak bir süre onunla konuşmalıyız.

Bebeğin kendini güvende hissedebilmesi için ağladığında yanına gitmeliyiz. Ama kendi yatağına almak bir süre sonra alışkanlık yaratacağı için uygun bir davranış değildir.

- Bebekler kaç saat uyumalıdır? 
Yenidoğan bebekler ortalama 18 saat, 6 aydan sonra genellikle 10-12 saat (gündüzleri 2 kez yapılan şekerleme dahil) uyurlar.

- Bebeklerde gündüz uykusu şart mıdır? 
Yenidoğan bebekler gece ve gündüz ayrımı yapmadan uyurlar ve uyanırlar. 2 aydan sonra geceleri daha uzun uyumaya başlarlar. 15 aydan sonra gündüz uykusu ikiden bire düşer.
Öğlen uykusu da 4 yaştan sonra pek gerekli değildir.

- Bebekler gündüz kaç saat uyumalıdır? 
Nasıl yetişkin insanların uyku ihtiyacı farklı farklı ise bebeklerde aynı şekildedir. Bazı bebek 15 dakika ile yetinirken, bazıları 2 saat uyuyabilmektedir.

- Geceleri uyandırıp beslemeli miyiz? 
Yenidoğan sağlıklı bir bebek 2-3 saatte bir uyanıp anne sütü alır ve uyumaya devam eder. Gece beslenmesi genellikle 6-8 aydan sonra gerekli değildir. Çocuğun her uyanması açlık olarak algılanmamalıdır.

- Kesintisiz gece uykusu ne zaman olur? 
Büyüklere özgü kesintisiz uyku bazı çocuklarda üç yaşı bulmaktadır.

- Bebeğinizi nasıl bir ortamda uyutmalıyız? 
Ortalama 20 derecelik ısısı olan sessiz, loş bir ortam uyku için idealdir. Her gün aynı ortam ve aynı saatte uyutmaya çalışmalıyız. Yatak güvenli, kenarları yumuşak, yatak örtüleri pamuklu ve yumuşak olmalıdır. Yastık kullanmak tehlikeli olabilir. Bebeğin sevdiği yumuşak bir oyuncak yatağa konulabilir. Başka bir çocukla aynı yatakta asla yatırmamalısınız. Uykunuz ağırsa asla yatağınıza almayınız.

Uykudan önce banyo rahatlatıcı olabilir. Hafif bir müzik, hafif sallama hareketleri uykuya dalmayı kolaylaştırabilir. Uykudan önce aşırı heyecan yaratıcı aktivitelerden, büyük çocuklarda bilgisayar oyunları ve televizyondan kaçınmak gerekir. Yatmadan önce pijama giymek, kitap okumak gibi belirli rituelleri yaparak uyku saatini öğrenmeye alıştırmak gerekir.

Herşey Beyinde Başlıyor!

Uykunun insan yaşamında çok önemli bir yeri vardır. Erişkin bir insan yaşamının yaklaşık üçte birini uykuda geçirmektedir. Bu dönem içerisinde hem beynin işlevleri hem de beynin işlevlerine bağlı olarak organizmadaki diğer sistemlerin işlevlerinde çok ciddi değişiklikler olmakta yani uyku sırasında hem beynimiz hem organlarımız, uyanıklıktan farklı bir şekilde çalışmaktadır. Dolayısıyla uyku sırasındaki bu farklılık, oluşan hastalıkların da farklı olmasına neden olmaktadır.

Uyku hastalıkları içerisinde uykusuzluk (insomni) çok sık görülmekte, bu hastalık filmlere, edebiyat eserlerine ve sanat akımlarına konu olmaktadır. Uykusuzluk insan yaşamını ciddi şekilde etkileyen bir tablodur.
Uykusuzluk denilen tablo, aslında beynin uyanıklığını sağlayan merkezlerin normalden daha fazla aktif olması sonucu ortaya çıkmaktadır. Beyinde uyanıklığı sağlayan merkezlerin oluşturduğu sempatik aktivitenin uykusuzluk çeken kişilerde daha fazla olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir. Bu nedenle insomni hastalarının bazılarında “Çocukluğumdan beri annem benim az uyuduğumuz söyler” sözü çok sık duyulur. Çünkü bunların bebeklikten gelişen, uyanıklığı sağlayan merkezleri, uyanıklığı sağlayan hormonları daha aktif durumda bulunmaktadır. Uykusuzluk tedavisi son dönemlerde çok önemli değişiklikler göstermekte, gelecek yıllarda bu hastalığın kökünden çözülmesi için kesin verilere ulaşılabilecektir.

Rahat doğum için ilginç yollar

yazildi.

Uzmanlar doğumu beklenen tarihte sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek için doğal yollara başvurmanın faydalı olabileceğini ancak bu yöntemleri uygulamadan önce doktora danışmanın gerektiğini söylüyor.

Doğumu hızlandırmanın ilk ve en önemli yolunun hamile kişinin kendisini rahat hissetmesi olduğunu belirten doğum uzmanları; hamilenin gergin ve üzgün olmasının doğumu geciktireceğini, bu sebeple hamile kadınların mum ışığında ılık bir banyo yapmasının, masajın ya da akupunktur ile vücuttaki belli noktaları rahatlatarak ya da aromaterapi ile vücudu rahatlatmanın doğum için faydalı olacağını belirtiyor.

Yavaşça açan bir çiçeği hayal edin

Beklenen tarihte doğum gerçekleşmemişse bundan sonraki her gün kendinizi iyi hissedeceğiniz özel bir şey yapmak için zaman ayırma tavsiyesinin yer aldığı uyarılar arasında “Manikür yaptırın, güzel bir restorana gidin, sevdiğiniz bir filmi izleyin ya da dondurma yiyin. Bunların yanı sıra meditasyon yapmayı da deneyebilirsiniz. Gözlerinizi kapatın ve birkaç kez burnunuzdan derin nefes alın. Topuklarınızdan başlayarak yüzünüze kadar bütün vücudunuza dokunun nefes alıp verirken yavaşça açan bir çiçeği hayal edin, bebeğinizin neye benzeyeceğini hayal edin” tavsiyeleri de yer alıyor.

“Doğumu başlatmak için seks yapın”

Doğumu başlatmak için en bilinen yöntemlerden birinin de seks olduğunu vurgulayan uzmanlara göre, dölde bulunan doğal düzenleme enzimleri doğumu başlatan hormonlardan biri.

Uzmanlar, “Bu tekniği kullanacaksanız seks yaptıktan sonra hemen ayağa kalkmayın ve dölün rahim boyunda kalmasını sağlamak için bir süre uzanın. Hamileliğin sonlarına doğru pek çok kadın ilişkiye girmek konusunda isteksizdir. Fakat ön sevişme hareketleri de doğum için yardımcı olacaktır. Kadın orgazmının rahim boyunu 2 santimetreye kadar açtığı bilinmektedir” diyor.

“Salıncakta sallanmak doğuma yardımcı olur”

Başka bir yöntemin de salıncakta sallanmak olduğunu belirten uzmanlar, “Bu şekilde bebeğinizin konumunu değiştirip leğen kemiğine yaklaştırabilirsiniz. Veya kasistli bir yolda otomobil kullanmayı ya da doğada kısa bir yürüyüşe çıkmayı deneyebilirsiniz. Hafif bir yürüyüş ya da sabitlenmiş bir bisikletin pedallarını yavaşça çevirmek de doğum sancılarını başlatabilir. Bunları yaparken bol bol sıvı tüketmeyi ve vücut ısınızı korumayı ihmal etmeyin” dediler.

“Kivi, mango ve ananas doğum sancısına neden oluyor”

Beslenmede yapılacak değişikliklerin de doğumun daha kısa ve kolay olmasına katkıda bulunacağını ifade eden uzmanlar, “Kivi, mango, ananas gibi tropik meyvelerde orta şiddette doğum sancısına neden olabilen bir enzim bulunur. Doğal bir bağırsak uyarıcısı olan baharatlı yiyecekler de doğum sancılarının başlatılmasına yardımcı olabilir. Son olarak rahim boyunuzu harekete geçiren prostaglandin bazlı jel paketlerini vajinanıza yerleştirerek doktorunuz size yardımcı olabilir. Bu uygulamadan 24 ila 48 saat sonra büyük ihtimalle doğum gerçekleşecektir” dediler.

Akdeniz diyeti kalp hastalıklarını azaltıyor

yazildi.

Amerika’da orta derecede kalp hastalığı riski olan kişiler üzerinde yapılan araştırma, üç ay Akdeniz diyeti uygulanan bu kişilerde kalp hastalıkları riskinin yüzde 15 gerilediğini ortaya koyuyor.

Dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan kalp ve damar hastalıklarından, sağlıklı beslenme alışkanlığının kazanılması ile büyük ölçüde korunmak mümkün olabiliyor.

Uzmanlar, sağlıklı beslenme trendinin Türk, İtalyan, Yunan, Lübnan, Fas ve Tunus mutfaklarının karışımı olan Akdeniz mutfağında yoğunlaştığını belirterek, sebze, meyve, süt ve ürünleri, doğal kepekli tahıllar, tam buğday ekmeği, kepekli ekmek ve zeytinyağından oluşan Akdeniz diyeti ile kalp ve damar hastalıklarının önüne geçilebileceği tavsiyesinde bulunuyor.

“Medicana Tıp Günleri” kapsamında düzenlenen Kardiyoloji Semineri’nde de beslenme ve kalp sağlığına ilişkin yurt dışında yapılan çalışmalar ele alındı.

Seminerde yapılan çeşitli sunumlarda kalp ve damar hastalıklarından korunmada beslenme şeklinin çok önemli olduğunu belirten uzmanlar, sağlıklı beslenme alışkanlığının dönemsel değil, ömür boyu devam etmesi ve yaşam biçimi haline gelmesi gerektiğini vurguladı.

Haftada dört kez balık tüketimi ile gelen sağlık

Uzmanların verdiği bilgiye göre, Akdeniz tarzı beslenme, sebze, meyve, süt ve ürünleri, doğal kepekli tahıllar, tam buğday ekmeği, kepekli ekmek ve zeytinyağından oluşuyor. Yurt dışında beslenme ve kalp sağlığı ile ilgili yapılan çeşitli araştırmalar, halk arasında Akdeniz diyeti olarak bilinen düşük kolesterol diyetinin, hastalıklardan korunmada önemine dikkat çekiyor.

ABD’de yapılan yeni bir araştırmada, Akdeniz diyetinin üç ayda kalp hastalıkları riskini yüzde 15 oranında gerilettiği saptandı.

Araştırma için orta derecede kalp hastalığı riski olan 212 erkek ile kadın seçildi ve bu kişiler üç ay boyunca Akdeniz diyetiyle beslendi. Akdeniz diyetini uygulayanlar, haftada dört kez balık, haftada bir kez de kırmızı et tüketti. Erkeklerin günde 2, kadınların ise 1 kadeh kırmızı şarap içmesine izin verildi. Araştırma sonucunda Akdeniz diyetiyle beslenenlerin kolesterol miktarlarının yüzde 7.5 oranında azaldığı saptandı. Akdeniz diyetinin kalp hastalıkları riskini yüzde 15 oranında gerilettiği belirlendi.

Akdeniz diyetinin tedavi edici etkisi, diyete bağlı kalp rahatsızlıklarının ortaya çıkmasıyla klinik çalışmalar çerçevesinde yürütülüyor. Dr. Keys’in “Yedi Ülke Çalışması” isimli araştırmasında da 50-54 yaşları arasındaki Yunan erkeklerindeki kalp hastalıkları oranının karşılaştırma gruplarından Amerikalı erkeklere göre yüzde 90 daha az olduğu tespit edildi.

Dünya Sağlık Örgütü’nce yapılan araştırma ise (İspanya, Yunanistan, Fransa ve İtalya) insanların diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika’dakilerden daha uzun ömürlü ve kalp hastalıkları ve kanserin daha düşük oranda olduğu ortaya konuldu.

“Diğer bitkisel yağlar aynı şekilde etkili değil”

Harward Üniversitesi Beslenme Bölüm Başkanı Dr. Walter Willet de Akdeniz diyeti ile beslenilmesi gerektiği önerisinde bulunarak, diyette zeytinyağı kullanımının artırılması ile HDL kolesterol seviyesinin yükseldiğini tespit etti.

Ayrıca yapılan çalışmalar, Akdeniz diyetindeki balık tüketiminin yüksek olmasının, HDL kol seviyesini olumlu etkilemesiyle sonuçlandı. Bol meyve, sebze ve zeytinyağı içeren Akdeniz usulü beslenmenin olumlu etkilerini gösteren çalışmalar, diğer bitkisel yağların aynı şekilde etkili olmadığını ortaya koydu.

Fonksiyonel besinler

Akdeniz diyetinde bulunan fonksiyonel besinler, havuç, kayısı, turunçgiller, böğürtlen, ahududu, kızılcık ve lahana gibi sebze ve meyvelerden oluşuyor ve C ile E vitaminlerini içeriyor. LDL oksidasyonunu önlüyor, kan lipitlerini düşürüyor ve kanser riskini azaltıyor.

Özel tat veren sarımsak, soğan, pırasa ve lahana gibi sebzeler ise bağışıklığı güçlendiriyor.

Soya fasulyesi ve diğer fındık, fıstık, ceviz, kuru fasulye, nohut gibi baklagiller E vitamini, selenyum, çinko ve diyet posası içeriyor. Kan lipidlerini düşürüyor, toksik ögeleri etkisizleştiriyor ve kan şekerini denetliyor.

Yeşil çay ise karsinojenleri (kanserojenleri), toksin ve mikropları etkisizleştiriliyor.

Yoğurt ve probiyotikler, laktikasit bakterileri içeriyor ve bağırsak enfeksiyonlarını iyileştiriyor, kolon kanseri riskini azaltma eğilimi gösteriyor.

Kalsiyum açısından zengin olan yağı azaltılmış süt ve süt ürünleri ise osteoporoz riskini azaltıyor.

Örnek menü

Sabah:
Yağsız veya az yağlı süt, yağsız ya da az yağlı peynirler, zeytin, çiğ sebzeler (domates, salatalık, sivri biber), taze ve kuru meyveler (kayısı, erik, üzüm, incir)

Öğle ve akşam:
Balık, sebze yemeği, salata, meyve, makarna veya kuskus, yoğurt ya da salata, meyve ile 1-2 bardak kırmızı şarap.

Kuru baklagil ve sebze karışımı, salata, meyve ya da 1-2 kadeh kırmızı şarap.

Ara öğünler:
Yağsız yoğurt, meyve, taze sebze (salatalık, domates, biber, kabak)

Partneriniz yalan mı söylüyor

yazildi.

İçten gelen tepkilere dikkat 
İşte partnerinizin söylediği yalanları yakalamanın yolları...

İlişkilerde kadınlar yalan söylenerek aldatılmaktan korkarlar bunu anlamak bazen zor olabilir.

Tutarsızlık: Yaptıkları ile anlattığı arasında tutarsızlık var mı yok mu bakabilirsin.

En ummmadığı soruyu sor
Yalan söyleyen bir insanın mutlaka iyi ve sağlam bir hikâyesi vardır. Ve sizin ne sorabileceğinizi bilerek yanıt verirler İnternetteki web yalanlarını yakalamak için yalan söylediğiniz kişiyi iyice izleyin.En umulmadık bir anda hazır olmadıkları bir konuda bir soru yöneltin.

Davranışlarını değerlendir: Yalanın en önemli göstergelerinden biri davranışlardaki değişiklidir. Genel olarak heyecanlı olan biri sakinse veya sakin biri heyecanlıysa dikkat edin farklı bir şeyler oluyor demektir.

Duygulardaki samimiyetsizlik: Çoğu insan sahte gülümseyemez. Zamanlama hatası vardır ve normal gülümsemeden çok daha uzun sürer veya diğer davranışlarla karışır. Bazen kızgın yüzle, gülümseme iç içedir. Dudaklar doğal gülümsemeden daha küçük ve daha cansızdır.

İçten gelen tepkilere dikkat
İnsanlar genellikle yalanlarını geçiştirirken şöyle der; 'İçten gelen bir tepki veya kadına, erkeğe özgü bir sezgi' ama bu doğru duyguların sapmasından başka bir şey değildir. İçgüdüler yalanların açıklamasında inandırıcı değildir.

Çok küçük hareketleri izle: Çok küçük hareketler mimikler ifadelerin ön açıklamasıdır. Genellikle ikinci dakikanın 25. sn civarında bir gizli duyguyu anlatır. Yani bir kişi çok çok mutlu görünüyorsa gerçekte bazı şeyler için üzülüyor olabilir.Gerçek duygusunun anlaşılmasından duyduğu korku bir an için yüzünde belirir. Gizlenen korku, mutsuzluk, kızgınlık, kıskançlık her neyse bir göz kırpması anı kadar kısa sürede yüze yansır. Bunu yakalamak büyük bir hünerdir. Yapılan araştırmalarda hemen hemen katılanların %99'u bu mikro mimikleri işaretleri göremedi fakat bu bir saatten daha kısa zamanda öğrenilebilir Mikro hareketler sebebi söylemez. Sadece gizlenen bir duygu olduğunu gösterir.

İnkar etme: Yalan söyleyen kişinin hareketleri, söyledikleri, ses tonu, mimikleri birbirini tutmaz. İnkârı gösteren bazı davranışlar vardır.

Endişe ve tedirginlik: Karşınızdaki konuşurken gözlerinize bakamıyorsa ve bu onun her zaman ki hali değilse yalan söylediğinden şüphelenebilirsiniz. Uzağa bakıyor terliyor ve tedirgin endişeli bakıyorlarsa hiçbir şey normal değildir.

Gerçeği görmemezlikten gelme
Birisine gerçeği anlatmak yalan söylemekten daha fazla kabul edilir. Herkesin bildiği bir şeyin arkasına sığınarak yalan söylenebilir. Böylece insanların kafası karışır ve söylenilenin doğru olabileceği düşünülür.

Çok çok fazla detaycılık: Eğer birisine 'Nerede kaldın?' diye sorduğunuzda karşınızdaki 'Markete gittim ve yumurta süt şeker almam gerekiyordu ve bir köpeğe çarptığım için çok yavaş gitmek zorunda kaldım' gibi detaylı olarak bir şeyler anlatıyorsa yalan söylediğinden şüphelenebilirsiniz. Çok fazla detay onları içinde bulundukları durumdan kurtulmak için düşünülen bütünlük içeren bir yalan olabilir.

Kişiye göre diyetin sırrı ne?...

30 Mayıs 2012 yazildi.

Her insanın 6 gen tipinden birine uyduğunu söyleyen uzmanlara göre, sağlıklı bir kiloya kavuşmak için bu grupların bazı besinlerden uzak durması, bazılarının da bol bol tüketmesi gerekiyor. 

Dünyaca ünlü Amerikalı tolkşov yıldızı Oprah Winfrey’i 107 kilodan 68 kiloya indiren Dr. Peter D’Adamo, yıldıza 39 kilo verdiren diyetini ilk kez açıkladı. 90’lı yıllarda, kan grubu diyetini bulan D’Adamo, ilk kez Oprah üzerinde uyguladığı Gen Diyeti’ni, bir kitapta topladı. Her insanın 6 gen tipinden birine uyduğunu söyleyen diyetisyene göre, sağlıklı bir kiloya kavuşmak için bu grupların bazı besinlerden uzak durması, bazılarının da bol bol tüketmesi gerekiyor. İşte Adamo’ya göre gen tipleri ve nasıl bir beslenmeleri gerektiği:

BİRİNCİ TİP: 
Uzun boylu ve zayıftırlar. Adrenalin seviyeleri yüksek, hareketli, alerjiye ve astıma yatkındırlar.

Nasıl beslenmeliler?: Bol et ağırlıklı bir menü seçmeliler. Buğday ve tahıl gibi glüten içeren besinlerden uzak durmalılar.

Ne yemeliler?: Biftek, pirzola, sert peynirler, beyaz ya da kahverengi pirinç, brokoli, greyfurt.

Nelerden kaçınmalılar?: Fındık, insulin hormonu salgılayabilecek kuruyemiş ve tahıl ürünleri, buğday unu, eritme peynirler.

İKİNCİ TİP: 
Güçlü, adaleli ve dayanıklıdırlar. Birçok bakteriye karşı dirençlidirler.

Nasıl beslenmeliler?: Beyaz et, sebze ve balık ağırlıklı bir diyet uygulamalılar.

Ne yemeliler?: Hindi, balık, fasulye, bezelye, keten tohumu, zeytinyağı, avakado, havuç...

Nelerden kaçınmalılar?: Karbonhidrat içeren beyaz besinler, şekerli gıdalar ve kırmızı et...

ÜÇÜNCÜ TİP: 
Geniş omuzlu, kaslı, dar kalçalıdırlar. Vücuttaki yağ oranı düşüktür. Kafein ve alkolden hoşlanmazlar.

Nasıl beslenmeliler?: Bakır oranı yüksek olan baklagiller, ciğer, fasulye, peynir ve kırmızı et tüketmelidir.

Ne yemeliler?: Dana ciğeri, koyun eti, mozarella peyniri, mercimek, turp, zencefil ve ahududu...

Nelerden kaçınmalılar?: Alkol, kahve ve ağrı kesiciler...

DÖRDÜNCÜ TİP: 
Kemikleri iri, şişman olmasalar da geniş vücutlu kişiler. Obeziteye meyillidirler.

Nasıl beslenmeliler?: Yüksek proteinli gıdalar almalılar.

Ne yemeliler?: Kuzu eti, hindi, yumurta, peynir, ıspanak, ceviz...

Nelerden kaçınmalılar?: Fast food ve kızartmalar.

BEŞİNCİ TİP: 
Gençken zayıf ve uzun boyludurlar. Yaşları ilerledikçe kilo alırlar.

Nasıl beslenmeliler?: Sebze temelli ve düşük yağ oranlı gıdaları seçmeliler.

Ne yemeliler?: Deniz ürünleri, bezelye,fındık, ceviz, fındık yağı

Nelerden kaçınmalılar?: Beyaz ekmek, makarna ve süt ürünleri.

ALTINCI TİP: 
Uzun bacaklı ve küçük kalçalıdırlar. Bağışıklık sistemi sorunları yaşayabilirler

Nasıl beslenmeliler?: Süt ve kırmızı et ürünleri tüketmeliler..

Ne yemeliler?: Biftek, dana ciğeri, uskumru, kırmızı et, peynir, zeytinyağı, fındık...

Nelerden kaçınmalılar?: Arpa, çavdar gibi besinler yememeliler.

Asılsız sağlık bilgileri...

yazildi.

Bildiğiniz tüm sağlık efsanelerini çöpe atın... Bugüne kadar doğru sanıp uygulanan birçok sağlık yönteminin yanlış olduğu ortaya çıktı. İşte şimdiye dek kulağımıza çalınan ve doğruluğundan şüphe etmediğimiz sağlık efsaneleri...

Loş Işıkta Birşeyler Okumak Görüşünüzü Köreltir
Herkes az ışıklı bir ortamda bir şeyler okumaya çalışmanın gözlere zararlı olduğuna inansa da durum, bilimsel olarak çok az bir doğrulamaya sahiptir. Karanlıkta okumak, gözlerinizi geçici olarak gerer ama gün ışığına çıktığınızda gözleriniz normal haline döner. Karanlıkta okumanın miyopu arttırdığı söylenir ama araştırmalara göre bu iddia doğru değil. Örnek olarak insanlar 70 yıl önce mum ışığında kitap okuyordu ya da ders çalışıyordu ancak kör olmuyorlardı.

Hastanede Cep Telefonu Kullanmak Sakıncalıdır
Birçok hastanedeki bekleme odasında cep telefonunuzu kapatın işareti bulunsa da araştırmalar cep telefonlarının tıbbi cihazlara dikkate değer bir kötü etkisinin olmadığını ortaya çıkarttı. 2005 senesinde Mayo Clinic 16 tıbbi cihaz ve altı farklı cep telefonuyla 510 test gerçekleştirdi. Testin sonucu ise %1.2 gibi dikkate alınmayacak bir değerdi. 2007 senesinde yapılan araştırmaya göreyse cep telefonlarının ‘her zaman kullanıldığı gibi kullanıldığı sürece' bir etkisinin yok.

Tırnaklar ve Saç Ölümden Sonra Uzar
Saç ve tırnak uzaması oldukça karışık hormonel bir işlemdir ve bu bir kişi öldükten sonra devam edemez. Bu efsane, ölümden sonra cildin buruşmasından dolayı oluşan görünüşten dolayı çıkmıştır.

Beynimizin Sadece Yüzde 10'unu Kullanırız
Beynimizin en yüksek kapasitede çalışmadığı fikri pek de mantıklı değildir. Indiana Universitesi Tıp Fakültesi'nde profesörlük yapan Carrol ve Rachel Vreeman'in İngiliz Medical Journal gazetesinde yayınlanan araştırmasına göre  “Farklı beyinler üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda beynin herhangi bir parçasının pasif durumda olmadığı ortaya çıktı. Detaylı araştırma sonucunda beynin tümünün çalıştığı ortaya çıkmıştır.” Carroll'a göre bu fikir 19. yy'ın başlarında yılan yağı satıcılarının beyin gücünü arttırıcı ‘iksir' satmak için buldukları bir nedendi.

Günde En Az Sekiz Bardak Su İçilmeli
Bu efsanenin kaynağı 1945 senesinde Ulusal Araştırma Encümeni'nce yayınlanan makaledir. Makalede yetişkinlerin günde 2,5 litre su içmesi gerektiği yazmaktadır ancak yazının son cümlesinde yiyeceklerin büyük bir kısmının içerisinde bulunan suyun bu ihtiyacımızı karşıladığına değinilmektedir. Günlük kahve tüketimi ya da öğle yemeğindeki çorba sayesinde de vücudun su ihtiyacı karşılanmaktadır. Fazla su içilmesi hücrelerin fazla sıvıyla dolmasına ve ölüme yol açabilir.

Traşlanan Saç Daha Hızlı ve Gür Çıkar
Ağda yapın, kazıtın ya da kesin. Saçınızı nasıl kısaltırsanız kısaltın tekrar çıkma hızını değiştiremezsiniz. Sadece bacak kılları, daha gür çıkar. Saç, kesildikten sonra gür olarak çıkar çünkü incelmeye vakti yoktur. Saç, uzadıkça ve güneşe maruz kaldıkça rengi açılır ve incelir.

Yemek Yedikten Sonra Yüzmek İçin Bir Saaat Beklemek Gerekir
Bu efsane 1961'den beri sorgulanıyor. Fazla yedikten sonra yüzmek, sadece insanın kendisini rahatsız hissetmesine yol açacaktır çünkü güç gerektiren fiziksel bir aktivite gerçekleştirmektedir. Yüzme dışında koşma ya da yürümek de insanın fazla yedikten sonra kendisini rahatsız hissetmesine yol açar. Şu ana kadar hiçbir insan fazla yedikten sonra yüzmekten ölmedi. (Mynet)

Aşk mutlu ederken hastalığı mutsuz ediyor

yazildi.

Aşık olunan kişiye bağımlılık olarak tanımlanan “aşk hastalığı” kişiyi mutsuzluğa sürükler mi?

Aşkı “iki karşı cinsiyetten birinin diğerini, şanslıysalar her ikisinin birbirini ömür boyu ayrılmamayı isteyecek kadar sevmesi ve koşulsuz sevmesi” olarak tanımlayan Ege Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Çelikol, aşkın insanı mutlu eden ve saygı gösterilmesi gereken bir duygu olduğunu belirtti. Prof. Dr. Çelikol, aşık olunan kişiye bağımlılık olarak tanımlanan “aşk hastalığının” ise kişiyi mutsuzluğa sürüklediğini kaydetti.

Prof. Dr. Çelikol, aşkın insanı yaşamının her döneminde mutlu ettiğini belirterek, “Aşk, küllendikten on yıllar sonra bile insanları mutlu etmeye devam eder” dedi ve aşkı değerli kılan en önemli unsurların başında “ulaşılmazlık ve meşakkatin” geldiğini söyledi.

“Doğa gereği, her sürecin bir ömrü olmalıdır” diyen Prof. Dr. Çelikol, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aşkın başlıca üç komponenti, ruhsal, tensel ve toplumsal uyuşma yeterliyse aşkın süresi, bir insan ömrü süresine ulaşmış olur. Bu durumda, aşk ölümsüzlüğe ulaşmış demektir ve elbette bu bir şans meselesidir. Aşk, küçümsenecek bir duygu değildir ve elbette riskleri de barındırır. Aşkın bir biyokimyası olduğuna göre, hastalığı da vardır ve aşk hastalığının hekimlikteki adı, ilişki bağımlılığıdır.”

Aşkta bağımlılık madde bağımlılığı gibidir
Aşkta bağımlılığın madde bağımlılığı gibi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Çelikol, uyuşturucu yerine bağlanılan kişinin geçtiğini ve bireyin bir süre sonra istese de bırakamadığını, zorunlu ayrılma durumunda kişide birtakım yoksunluk belirtilerinin ortaya çıktığını kaydetti.

Prof. Dr. Çelikol, bağımlı kişi ve bağlandığı partnerinin, bir tahterevallinin iki ucuna oturmuş gibi olduğunu ve bağımlı kişinin, yoğun duygular yaşarken partnerinin bu duyguları yaşamadığını belirterek, şöyle dedi:
“Kişi partnerini önemserken, partneri sadece kendini önemser. Kişi partnerine aşırı değer verirken, partneri aşırı değer görür. Kişi partnerine yaklaşmaya çalışır, partneri ise o kişiden uzaklaşır. Sonuçta son derece asimetrik bir ilişki söz konusu olur.”

İlişki bağımlılığı içindeki kişinin kendisini tükenmiş hissettiğini, benlik sınırlarının net olmadığını ifade eden Prof. Dr. Çelikol, bağımlı kişinin sado-mazoşist davranışlar sergilediğini, olayları akışına bırakmaktan korktuğunu, bireysel gelişimlerinin sınırlı kaldığını, partnerini değiştirmeye çalışıp ancak başarısız olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Çelikol, ilişki bağımlısı kişinin kendini gereğinden çok fazla ortaya koyduğuna, çok fazla verici olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Bağımlı ilişki dışındaki sosyal hayatını tamamen bitirmiştir, en azından çok aza indirmiştir. İlişkisi dışında hiçbir ilgi alanı kalmamıştır. Tüm zamanını, hayatını, partneri ya da ondan gelecek bir haberi bekleyerek geçirir olmuştur. Riskleri almasanız, yaşamanız da mümkün değildir. Bu nedenle aşk bağımlığını dikkate alın, ama aşka hak ettiği değeri de verin.”

Göz rengi insan karakterini ele veriyor

yazildi.

Göz ve saç rengine göre karakter tahlili yapan uzmanlar kara gözlülerin kurnaz, kahverengilerin sinirli, yeşillerin ise kıskanç olduğunu açıkladı. İnsanların göz ve saç rengi sadece fiziki görünümlerini göstermiyor. Uzmanlara göre renkler, insan karakterini de ele veriyor.

Uzmanlar, saç ve göz rengine göre karakterleri şöyle sıralıyor:

Gözler yalan söylemez
Siyah gözler: İhtiraslı, ateşli ve coşkuludur. Siyah gözlüler çok zaman kurnaz olurlar.

Kahverengi gözler: Diğerlerini düşünen, uysal ve uyumlu ruhların aynasıdır. Ama kahverengi gözlüler bazen sadakatsiz olurlar ve işler istedikleri gibi gitmeyince sinirlenirler.

Mavi gözlüler: Genellikle çevreleri tarafından çok sevilir. Zaten onlar da bunu bildikleri için çevrelerinin sevgisine ve takdirine çok bel bağlarlar. Üstlendikleri vazifelerine pek düşkün değildirler.

Yeşil gözler: İyi, isabetli bir karar verme ve kuvvetli kabiliyet göstergesidir. Biraz kinci ve son derece kıskanç olurlar.

Kurşuni mavi gözler: Şairane tabiatların, romantik huyların göstergesidir. Pratik işlerde başarılı olamazlar. Hayalci, dalgın bir hayat sürerler.

Sabırsız sarışınlar
Genellikle güçlü, orijinal düşünceli, her vaziyete uyar, hevesli, yaratıcı ve kabiliyetli kimselerdir. Değişikliğe bayılırlar. Çoğu lüzumundan fazla kıymet bilmez, başladığı işi sonuna kadar götürmez. Canı sıkıldı mı işi bırakıp yeni bir işe başlar. Enerjilerini kolay kolay kontrol edemez. Bu nedenle çabuk yorulur. Sabırlı değil. Huzursuz mizaçları yüzünden yeni heyecanların peşinde koşar: Zaman zaman, hercai ve sadakatsiz olur. Etrafına hakim olmayı ve söz geçirmeyi sever. Liderlik sevdasındadırlar. Sarışın kadın, sarışının erkeğe baskın çıkar. Sarışın erkekle evli olan sarışın kadın kocasını ve evini istediği gibi idare etmesini bilir.

Kararsız, şüpheci ve sıcak kanlı
Ama ev işlerinden çabuk yorulur ve bıkar. Onun için sık sık alışverişe, sinemaya, terziye veya dişçiye gider. Sarışınların bir de kuvvetli karakterde olanları vardır. Böyle sarışınlar cesur ve sabırlıdırlar. Kavgacı olmamakla beraber, karşılarındakini yatıştırmayı da bilmezler. Hisleri daima kontrol altındadır.

Sarışınlarla benzer yönleri olmasına karşın sabırlarını sarı saçlılardan daha çabuk kaybederler. Daha çabuk neşelenir ve daha çabuk üzülür. Neşeleri daha coşkundur. Ama bir kere canları sıkıldı mı sarışınlardan daha fazla sıkılırlar. Ufak tefek şeylere sıkılır ve üzülür, ama bu uzun sürmez. Neşe ve uçarılıkları çabucak kendini gösterir. Meraklıdır. Başka insanlar onları alakadar eder. Başkalarının özel hayat ve işleriyle çok meşgul olur. Kararsız ve şüphecidir. Dost tabiatlı ve sıcak kanlıdırlar.

Yapı ve yaradılış bakımından sarışınlardan çok farklıdırlar. Evini çok sever. Alışkanlıklardan ayrılmaları çok zordur. Buraz tembeldir. Tedbirli, düşünceli, ağır ve titizdir. Enerjisini özenle kullanmasını bilir. Ayrıntılılarda çok başarılıdır. Sanat kabiliyeti ve sevgisi güçlüdür. Sarışınlardan daha anlayışlı, daha toleranslıdır.

Kadınları anlamak isteyen erkeklere tavsiyeler

yazildi.

Uzmanlar, erkeklerin genellikle kadınların çok konuşmasından yakındığını söylüyor ve erkeklere kadınları anlamak için uygulamaları gereken önerilerde bulunuyor. 

İşte Psikiyatrist Nihat Kaya’nın kadınları anlamak isteyen erkeklere tavsiyeleri…

Kadın, gününü yapacak, komşularına gidip gelecek, sohbet edecek. Bu, onun doğasında var. Günlük sorumluluklarını aksatmayacak düzeyde kadının arkadaş çevresiyle görüşmesine, gün yapmasına tavır almayın.

Kadın, sevgilisinden ya da kocasından ‘seni seviyorum’ cümlesini duymak ister. Karınızı seviyorsanız bunu söyleyeceksiniz. Hem de ‘çok seviyorum’ diyeceksiniz. Erkeklere bu tip şeyler gereksiz ve aptalca gelir.

Erkek, bir kez ‘seni seviyorum’ der ve kadının bununla 20 yıl idare etmesini bekler. Ancak kadın, sevildiğini bilse bile bunu duyma ihtiyacı hisseder.

Kadınlar çok konuşur, bu onların doğasında var. Erkeklerin bunu kabul etmeleri gerek. Erkek bir taraftan gazete okuyup bir taraftan da karısına ‘kulağım sende’ dememeli.

Kavga çıkmasın diye, kadınların söylediklerini ‘tamam tamam’ diye geçiştirmeyin. Çünkü bu davranış, kadını daha da hırçınlaştırır. Ucunda kavga da olsa kadın, muhatap alınmak ister.

Birçok kadın, kocasıyla başka türlü konuşma imkanı bulamadığı için özellikle kavga çıkarır. En küçük bir şeyden bahane bulur ve bağırmaya başlar. Bu, patolojik yoldan iletişim kurma biçimidir. Erkeklerin buna fırsat vermemesi ve kadının konuşma isteğini engellememesi gerekir. Sakın kadına ‘çok konuşuyorsun’,’ beni yordun’ gibi cümleler söylemeyin.

Strese karşı şarkı söyleyin, kendinizle konuşun

yazildi.

Uzmanlar, hayatın her anında kişinin karşısına çıkabilen strese karşı kendi kendine konuşmak, şarkı söylemek, bağırmak, yastığı yumruklamak ya da havaya tekmeler savurmak gibi ilginç yöntemler öneriyor.

Psikolog Göksu Göktaş, kişinin ruh haliyle ilgili olan stresin, kontrol edilmediğinde birçok biyolojik rahatsızlıkları da beraberinde getirdiğini bildirdi. Göktaş, yaşamın neredeyse her anının stresle karşı karşıya geçtiğini belirterek, “sabah asansör bozuksa, trafik kötüyse, iş yerinde herkes gerginse, borçlar birikiyorsa, çocukların istekleri bitmek bilmiyorsa… Bu listeyi sonsuza kadar uzatabilirsiniz, ama bu, strese mahkum yaşayacağımız anlamına gelmez” dedi.

Birçok kişinin strese mahkûm olmamak için her konuda olumlu şeyler düşünmeye çalıştığını, ancak olumlu düşünerek stresi yok etmenin mümkün olmadığını belirten Göktaş, şunları söyledi:
“Olumlu düşünme, boşa gösterilen bir çaba olarak kalacaktır, ama kontrol altına alabiliriz. Stresle baş etme yöntemleri herkes tarafından uygulanması zor ve ‘nerede bende o şans’ dedirtecek kadar imkansız görünüyor, oysa, o kadar zor değil.”

Göktaş, maça giden erkeklerin evlerine döndüklerinde her zamankinden daha rahat göründüklerinin aile fertleri tarafından fark edilebildiğine dikkati çekerek, “Bunun nedeni maç sırasında bağırıp, bir süreliğine de olsa sorunlardan uzaklaşmadır. Bu nedenle, çevrenizde kimsenin olmadığına emin olduğunuzda kendi kendinize konuşun, bağırın, şarkı söyleyin. Kendi kendine konuşmak hakkındaki olumsuz yargıları da bir tarafa bırakın. Sizin ruh sağlığınız başkalarının ne düşüneceğinden daha önemlidir” dedi.

Parkta oturmayı da stres atma yöntemi olarak gösteren Göktaş, “bir parkta oturup kuşları, çocukları, bekçileri, köpekleri izlemenin, sadece 15 dakika beyni bu doğal akışa bırakmanın gergin vücudun ve dolu zihnin rahatlamasını sağlayacağını” ifade etti.

Birkaç dakikada rahatlama tekniği
Göktaş, evde strese girildiğinde komik bir şarkı söylemenin, hatta komik hareketler yapmanın, zorla da olsa gülmek ve çocuk ruhunu yakalamanın birkaç dakika içinde kişiyi rahatlatacağını bildirerek, şöyle devam etti:
“Zaman zaman fiziksel bir yük hissederiz. İçinizden bir şeyler devirmek, fırlatmak gelir. Bu gerçekten o anki bir ihtiyaçsa birkaç yastık yumruklayabilir, yerinizde hızlı koşma hareketi yapabilir, havaya tekmeler savurabilirsiniz. Bunları yalnız bir ortamda yapmak daha doğal olmanızı ve rahatlamanızı sağlar.”

Göktaş, stresi kontrol altına almada sporun gücüne de dikkati çekerek, “araştırmalar sürekli yapılan sporun stresi kontrol altına almadaki etkisini kanıtladı. Örneğin yürüyüş, yüzme, koşu ve tenis. Kendinizi yorgun hissetseniz bile spor yapmanız, akşam eve huzur içinde dönmenizi sağlayacaktır” dedi.

Psikolog Göktaş, bu önerilerin bazı kişilere komik gelebileceğini belirterek, “komik olduğunu düşünmeyin, mutlak uygulayın. Stresi kontrol altına aldığınızda komik bulduğunuz bu önlemleri yaşam tarzınız haline getireceğinizden emin olun” diye konuştu.

Estetik operasyonun yerini alabilir mi?

yazildi.

Yüz kozmetik ürünleri yüzlerde işe yarıyor mu? İşte cevapları.

Bir saatte lifting etkisi yaptığı diyen de var, düzenli kullanımla bizi gençleştireceği söylenen de: Birçok kadın bu vaatlerin etkisiyle kozmetiklere servet yatırmaktan kaçınmıyor. Peki ama 'Kozmetikler gerçekten etkili mi?'

Her sabah uyanınca, yüzünüzü temizledikten sonra; kristal bir mücevher kutusuna benzeyen kavanozu açıyor, o ipeksi dokuya sahip kreminizi, bir damlasını bile boşa harcamadan, özenle sürüyor, muhteşem kokusunu içinize çekiyorsunuz. Sonra yüzünüze bir kez daha dikkatle bakıyorsunuz; 'acaba çizgilerinizde azalma var mı?', 'bu krem anlatıldığı kadar etkili mi?'... Evet, pek çoğumuz kozmetik ürünlerden fayda sağlamak istiyoruz ancak ne derece etkili olduklarını da merak ediyoruz. Biz de bu konuda daha fazla bilgi almak istedik ve sorularımızı Lancôme Scientific Bilimsel İletişim Direktörü Véronique Delvigne'e yönelttik.

Kozmetik ürünlerde, son 10 yılda olan en büyük gelişme ne?
Yaşlanma karşıtı bakımlarda son 10 yılın en önemli buluşu yaşlanma karşıtı güçlü moleküllerin kullanılmaya başlamasıdır diyebilirim. Bunlardan birisi de bizim laboratuarlarımızda geliştirilen 'Pro-xylane'.

Bu yeni molekülün cilt üzerindeki etkisi ne?
Bu molekülün etkisini anlatabilmek için öncelikle cildin matriks yapısından bahsetmeliyim:
Matriks yapı, cildin epidermis, dermal epidermal bağlantısı ve dermis katmanlarının adeta mimarisinden sorumludur. Taşıyıcı bir kolon gibi bu 3 farklı yapıyı ayakta tutar. Matriks yapı ayrıca cildin sıkılığını, doygunluğunu artırır ve cildi besleyen maddeleri depolar. Matriksteki bozulmalar ciltte yapısal problemlere yol açar. İşte pro-xylane matriks yapıyı hedefler, kolajen sentezini ve cildin yoğunluğunu artırır, cildin yapısını güçlendirir.

Peki sürekli adını duyduğumuz peptidler cilt üzerinde nasıl bir etkiye sahipler?
Peptidler aslında vücudumuzda da bulunan amino asitlerin birleşiminden meydana gelir. Vücudumuzda 20 çeşit amino asit bulunur. Her bir peptid bileşimi eşsizdir ve biyolojik mekanizmalar üzerinde hedefe yönelik ve kesin etkiler gösterir.

Cildin kendini iyileştirme süreci de kozmetikte kullanılıyor. Biraz da bundan bahsedebilir misiniz?
Araştırmacılar yaranın ciltte mikro gerilimler yarattığını gözlemlediler. Bu mikro gerilimler cildin doku yenileme sürecini, harekete geçiriyor ve her bir hücre yüzeyine mekanik mesajlar gönderiyorlar. Bu da hücrelerin biyolojik tepkiler vermesini sağlıyor. Biyolojik tepkiler cildin fibroblast yüzeyine ulaşıyor ve fibroblastlar da cildi destekleyen protein yapıların üretimini destekliyorlar.

Bu teknolojinin cilt üzerinde yarattığı sonuçlar ne oluyor?
Bu teknoloji cildin doğal iyileşme sürecini hızlandırarak hücresel yenilenmeyi destekliyor. Sabah yorgunluk izlerinden arınarak uyanıyorsunuz. Cildinizin gözle görülür oranda taze, canlı ve dinlenmiş olduğunu görüyorsunuz.

Kozmetiklerin artık ölçülebilir bir şekilde etkili olduğundan bahsetmek mümkün mü?
Kesinlikle! Klinik ve laboratuarlarda yapılan testlerle ölçülebilir sonuçlar ortaya koyduktan sonra ürünün gelişimi tamamlanıyor ve ürün tüketicilere sunuluyor. Yaşlanma karşıtı etkiyi, cildin elastikiyetini, sıkılığını ve nemini ölçebilmek için enstrümantal testler gerçekleştiriliyor. Kısaca evet, kozmetik ölçülebilir derecede etkilidir demek mümkün.

Sizce ileride kremler estetik operasyonun yerini alabilir mi?
Bu tüketicinin tercihi. Bir tarafta; yan etkisi olmadan bilimsel olarak sonuçları ispat edilmiş kozmetik ürünleri var. Diğer tarafta ise yüksek maliyetli, düzenli olarak yeniden yaptırılması gereken ama anında sonucu görebileceğiniz ve etkisi birkaç ay sürecek medikal estetik müdahaleler veya yan etkileri.... Bu tamamıyla bireyin seçim tercihi. Ama her iki durum da birbirinden farklı yararları olan tamamlayıcı işlemler.

Ürünlerin etkisinin kullanım bırakıldıktan bir süre sonra kaybolduğu söyleniyor. Bu ne derece doğru?
Uzmanlığımıza dayanarak söyleyebilirim ki kozmetik ürününü kullanmayı bıraktıktan sonra da etkisi devam eder. Fakat cildin durumuna göre bu daha fazla önem taşıyabilir. Genel olarak, nemlendiricilerdeki etkinin sürekliliği birkaç gün, yaşlanma karşıtı bakımların etkisi ise birkaç hafta sürer.

Hamileliği fark etmemek mümkün mü?

yazildi.

Çok az da olsa, doğum yapana kadar bunu faketmeyen, karın ağrılarıyla gittiği hastanede hamile olduğunu öğrenen kadınlar var. Peki hamileliği fark etmemek mümkün mü?

İngiltere ve İrlanda’da 600 doğumdan biri, anne hamileliğini çok geç fark ettiği gerçekleşiyor. İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in eşi Cherie Blair de dördüncü çocuğuna gebe kaldığını geç anladığını anlatmıştı. Ender de olsa, doğum yapana kadar dahi bunu faketmeyen, karın ağrılarıyla gittiği hastanede hamile olduğunu öğrenen kadınlar var. Peki ne oluyor da kadınlar hamileliklerini atlıyor ya da iş işten geçince anlıyor?

Medical Park Göztepe Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gökmen İyigün’ün verdiği bilgiye göre, bazı kadınlar, hamileliğin erken bulguların olan bulantı, kusma, baş dönmesi, bitkinlik belirtilerini neredeyse hiç yaşamıyor. İlk üç ayı rahat atlatıyor, dördüncü aya gelince bebeğin hareketlerini hissetmesiyle hamileliğin farkına varıyor. Bazıları ise zaten düzensiz adet görüyor, bu sırada hamile kalıyor. Bir başka grup kadın da hamile olduğu halde adet görüyor. Zaten düzensiz adet gören kadın hamileyken, “üzerine görme” denilen ve aslında normal adetten zaman, miktar ve süre olarak farklı lekelenmeleri adet görme olarak niteleyip zaman kaybediyor.

Op. Dr. İyigün, “Çok genç yaşta cinsel ilişkisi bulunan ancak adet düzeni, korunma ve hamilelik konusunda bilgisi az genç kızlar da geç farkedebiliyor. Partneriyle zaten düzensiz, az ilişkiye girdikleri ve bu yaşlarda adet düzensizlikleri sık görüldüğünden hamileliklerinin farkına varamıyorlar. Bulantı ve kusmaları nedeniyle dahiliye kliniklerinde uzun zaman takip edilen genç kızlar hatırlıyorum” diyor.

Gebelik üzerine görülen adet nasıl oluyor da aylık olağan kanamayla karıştırılıyor? Aslında bu aylık kanamalardan farklı. Gün, miktar ve kıvamı aynı değil. Op. Dr. İyigün, “Düzenli adet gören kadın, kanın miktarını, ortalama kaç ped kullandığını bilir. Hamile olup da üzerine adet gören kadınların kanaması lekelenme tarzında olur. Ya da düşük tehditlerinde olduğu gibi çok şiddetlidir. Adet fizyolojisi hakkında bilgisi az olanlar, hele bir de sosyal ya da duygusal zorluklar yaşıyorsa bu kanamaları normal sanıp, hamileliklerini atlıyor” diyor.

MENOPOZ KAZALARI DA AZ DEĞİL
Kadınların sürpriz hamilelikler yaşayabildiği bir dönem de menapoza geçiş dönemi. Adet kanamalarının düzensiz olmaya başladığı bu dönemde, “artık yumurtlamıyorum” diye düşünen kadın rehavet yaşıyor. Korunmada disiplini de bir tarafa bırakıyor. Ama az sayıda kalan yumurtanın spermle karşılaşması halinde hamile kalabiliyor. Yine bu dönemde adet düzensiz olduğu için aradaki kanamasız dönemden kuşkulanmıyor. Ta ki, karınlarında hareketlilik hissedene kadar!

SÜTÜN KORUMASINA GÜVENENLER
Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Kayhan Yakın, doğum sonrası emzirme sırasında hamileliğin de sık rastlanan sürprizlerden olduğunu söylüyor: “Normalde emzirme süresince süt hormonunun etkisiyle yumurtalıklar baskılanır ve adet görülmez. Ancak doğumdan 1.5 ay sonrasından itibaren yumurtalıklar bu baskıdan kurtularak yumurta üretmeye başlayabilir. Bu nedenle doğumdan 1.5 ay sonra korunmaya başlamak gerekir. Bu dönemde oluşacak sürpriz hamilelikler çoğu zaman oldukça geç fark ediliyor. Emzirdiği için adet görmediğini zanneden anne, memelerindeki şişkinliği ve hassasiyeti, mide şikayetleri, karında şişliği, baş dönmesi ve yorgunluk gibi işaretleri lohusalığa yoracağından gebeliğin anlaşılması gecikebiliyor” diyor.

GEÇ FARK ETMENİN RİSKLERİ
Hamileliğin geç fark edilmesinin yarattığı başka bazı riskler de var. Bebeğe zarar verebilecek ilaç kullanımı, dış gebeliğin geç fark edilmesi veya gebeliğin sağlığı için alınması gereken bazı önlemlerin geç alınması gibi. Bir diğer problemse istenmeyen gebeliğin, istem üzerine sonlandırılabileceği yasal sürenin aşılması olasılığı. Kanunlara göre gebeliğin 10’uncu haftasından sonra anomali varlığı haricinde çiftin kendi istemi gebeliği sonlandırmasına imkan tanımıyor.

Aslında bir kez gebelik yaşamış kadın, sadece adet gecikmesinden değil memelerindeki hassasiyet, bulantı hissi, yorgunluk ve uykuya meyil gibi değişikliklerden de şüphelenebilir. Ancak bu belirtiler oldukça sübjektif. Ayrıca bazı gebeliklerde çok hafif seyredebildiğinden her zaman uyarıcı olamayabilir. Yine de her ay düzenli adet gören bir kadının hamile olduğunu fark etmemesi pek mümkün değil. Adet gecikmesi yaşayan her kadın, gebe olup olmadığını sorgulamalı. Düzensiz kanamalar mutlaka dikkate alınmalı. En sık ve kolay uygulanabilen idrar testi her zaman güvenli ve yeterli duyarlılıkta olmayabilir. Şüpheli ilişki sonrası hemen yapılan idrar ve kan testleri olası gebeliği bu kadar erkenden gösteremez. Olası adet süresi geçmeden gebelik testleri yapılmamalı.

Mesude Erşan, Hürriyet
Kaynak: pudra.com

Bacak bacak üstüne atmadan iyi düşün!

yazildi.

Bir kadının bacak bacak üstüne atması zarif ve şık bir görüntü verebilir, ancak bunun ciddi sağlık sorunlarına neden olduğunu biliyor muydunuz?..


Merkezi Malezya’da bulunan ve Çin genelinde de faaliyet gösteren M.J. Sağlık Yönetimi Merkezi adlı kuruluşun raporunda, bacak bacak üstüne atmanın kan akışını engellediği, buna bağlı olarak kan pıhtılaşması, bel burkulması ve incinmesi, omurga disklerinin kayması ve skolyoz (omurgada anormal eğrilik) gibi ciddi rahatsızlıklara neden olduğu bildirildi.

18 bin 61 kişiye uygulanan anket sonucunda yayımlanan raporda, modern toplumun standart alışkanlıklarının insan sağlığına etkileri araştırıldı.

Yaşlıların uyandıktan sonra tansiyon aniden düştüğü ve muvazene kaybına neden olduğu için yataktan hemen kalkmamaları önerilen raporda, yaşlıların uyandıktan sonra en az üç dakika daha uzanarak beklemeleri ve yavaş bir şekilde yataktan doğrulmaları istendi.

Araştırma sırasında tuvalette çok fazla kalmanın zararı da incelenirken, tuvalette kitap okumanın hemoroid ve kabızlığa davet niteliğinde olduğu ve bağırsaklarda tembelleşmeye sebep olduğu belirlendi.

Çay ve kahvenin aşırı sıcak tüketimi, bilgisayar ekranına üç saatten fazla bakma, ofislerde devamlı oturarak çalışma ve az su tüketimi gibi modern toplumun alışkanlıklarının da değerlendirildiği rapor, bu "sağlıksız alışkanlıkların" ölüm nedenlerinde yüzde 50’lik bir orana sahip olduğunu belirtiyor.

Aşk hastalığının tedavi yöntemi

yazildi.

Aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynadığını belirtiliyor.

Amerikan Hastanesi Uyku Bozuklukları Kliniği Şefi Dr. Sabri Derman, romantik aşkın bir hastalık olmadığını; yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde, sosyal farkındalığımızın artmasında, varlığı ve yokluğu ruhumuzun balansını en derinden bozan öğe olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynadığını söylüyor.


Nasıl evlilik yıl dönümleri beraber geçmiş ve geçmemiş günlerinizi yeniden değerlendirilmesine, yılbaşları daha çok iş ve sosyal yaşamımızın gözden geçirilmesine, doğum günleri yaptıklarımızla yapacaklarımız hakkındaki perspektif ayarlamalarına vesile oluyorlarsa aşıklar günü de, sevdiklerimizi ve sevemediklerimizi düşünmemize yol açıyor. Psikolojik anlamda bu özelleştirilmiş günler, bizim kendimiz ve yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde, sosyal farkındalığımızın artmasında, çiçek, çikolata, yemek, tiyatro, mum, hafif müzik, tütsü, kırmızı iç çamaşırı gibi rutinlere ilaveten, varlığı ve yokluğu ruhumuzun balansını en derinden bozan öğe olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynuyor.

Son yıllarda dinamik görüntüleme tekniklerinin yardımıyla sadece beyin yapılarının değil, işlevlerinin de renkli resimler ve kliplerle belirlenebilmesi, iki kulağımızın arasındaki 1.350 gramlık et parçasının fiziksel olduğu kadar duygusal alanda da ne denli olağanüstü karmaşık bir yapıda olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor.

"Aşka dair" konularda sürpriz sayılacak gelişmelerden bazıları, kadın beyninin gerçekten daha küçük olmakla beraber en az erkek beyni kadar mükemmel olduğunun bunu da gramajdan kaybettiğini "verimli çalışmayla" dengelediğinin gösterilmesi, anatomik yapı olarak, sinir hücresi yoğunlukları, sinirler arası kimyasal ileticilerin cins ve miktarlarındaki dağılım farklılıkları ve nihayet bilgiyi alma, işleme, depolama ve geri-çağırma konularındaki işlevsel farklılıklar gösterilebilir. Kadınlarla erkeklerin beyni hem yapısal hem işlevsel olarak farklılıklar gösteriyorlar çünkü bazı farklar onların biyolojik olarak üstlendikleri görevleri daha iyi yerine getirmelerini sağlıyor.

İnsanların aşık olacakları ve/veya eş seçecekleri insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 2 ile 8 yaşlar arasında oluştuğu düşünülüyor. Bu özellikler sadece yakınlarında olan anne, baba, kardeş, bakıcı, akraba, öğretmen, arkadaşlar tarafından değil, sinema, TV, dergi vb kaynaklarda rastladıkları ve etkilendikleri sanal kişilerle de belirleniyor. Beynin derinliklerinde birçok farklı alanda depolanan bu sevgili/eş resmine uygun bir kişiye rastlayınca, şimdi beyinde romantik aşk dediğimiz bir "kimyasal heyelan" ortaya çıkıyor. Basit bir tetiklenme değil bu! İlk etkileri saniyeler, dakikalar içinde (yıldırım aşkı), daha karmaşık etkileri günler, haftalar içinde beliriyor ve beynimizde – zorlama bir ayırım yaparsak bir çok farklı duygusal ve bedensel olayı harekete geçiriyor. Bunların en önemlileri, otonomik sistemimizi canlandıran dopamin ve noradrenalin salgılarının artması.

Testosteron hormonunun artmasıyla artan seks dürtüsünün aksine bunlar, bedensel ve duygusal bir ödüle ulaşma konusunda beynin ve vücudun hedefe kilitlenmesini ve ona ulaşmak için biyolojik anlamda "gaza basmasını" sağlıyor. Kalp atışları hızlanıyor, ateş basmaları, terlemeler oluyor, iştah azalıyor, sevgili dışında her şey ve herkes giderek önem ve açıklık kazanıyor. Konsantrasyon saplantıya varacak düzeylere çıkıyor, uyku kaçıyor, aşık olunan dünyanın en akıllı, güzel, sevimli, iyi huylu bulunmaz hazinesi haline getirilirken bütün olumsuz özellikler beyin tarafından filtreleniyor, çarpıtılıyor ve bastırılıyor. Bu süreç içinde aşık olunana ulaşamama, sadece ulaşma dürtülerini daha da arttırmaya, yanmaya tutuşmaya sebep oluyor.

Tahmin edileceği gibi, biyolojik bir sistemin yemeden içmeden uyumadan kısıp metabolizmasını ve beyin faaliyetlerini tek bir kişide yoğunlaştırması uzun süreli olamaz. Bu noktada iki olasılık var: Birincisi sevgiliye ulaşmak, birlikte olmak, birlikteliği sürdürmek ve bunun sonucu "motorun turunu düşürmek" ikincisi, ilgiyi hastalıklı bir saplantı haline getirmek, yıkıcı ve zarar verici fikirleri giderek arttırmak ve sonunda sevgiliye ve kişiye zarar verecek akıl hastalığı düzeyine vardırmak. Cinayetler, intiharlar, yakmalar, yıkmalar bu aşama ortaya çıkan çaresizliklerin olumlu yoldan çözümlenememesi halidir. Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin "aşkın ateşinden" çıkıp, zamanla "oda ısısında" bir sevgiye, güvene ulaşmalarına karşılıklı saygı ve bağlılığa ulaşmış bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bütün bu anlattıklarım hem insanlardaki laboratuar testleriyle, hem de hayvanlar aleminde yaşayan bazı tek eşli hayvanlarda yapılan deneysel yöntemlerle ortaya konmuş bulunuyor.

Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin "aşkın ateşinden" çıkıp, zamanla "oda ısısında" bir sevgiye, güvene ulaşmalarına karşılıklı saygı ve bağlılığa ulaşmış bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bütün bu anlattıklarım hem insanlardaki laboratuar testleriyle, hem de hayvanlar aleminde yaşayan bazı tek eşli hayvanlarda yapılan deneysel yöntemlerle ortaya konmuş bulunuyor.

Aşk konusundaki anlaşılmazlığın temelinde, sanırım, kavram kargaşası yatıyor. Seks, şehvet, arzulama, üreme dürtüsü, sosyal statü aracı olarak seks alma ve verme, toplumsal baskınlık için elde etme, elde tutma ve elden çıkartma gibi çok farklı duygusal durumlar için "aşk" kelimesi kullanılıyor. Cuma akşamından Pazartesi sabahına "aşklar" yaşanıyor, yenisi bulunana kadar seviyeli beraberliklere giriliyor, ve bunların hiçbirisi "romantik aşkı" tarif etmiyor

Aşkın biyolojik önemi ve temel işlevi, evrim süreci içinde ortaya çıkan ve bizi akıllı maymunların çok ötesinde yaratıklar haline dönüştüren beyin gelişmesi ile ilgili. Bence romantik aşk olmasaydı insan neslinin sürmesi mümkün olmazdı. Bizi nesli tükenmiş maymunsu/insansı diğer primatlarda ayıran en kritik evrimsel sıçrama, üreme yaşına gelmiş insanlar arasında ortaya çıkan "mucizevi" aşk duygusu ve bağlılığıdır.

Atalarımızın dört ayaktan vazgeçip ayağa kalkmasının bedeli olarak doğum kanalının küçülüp uzamasına yol açan sürecin, bir yandan beynin büyüyüp özelleşmesine olanak sağlarken, tam gelişmiş büyüklükte bir beyni olan çocuğun normal yoldan doğumunun olanaksız hale gelmesi, nesil tüketecek bir sorun yarattı: Yüzbinlerce yıl öncesinin mağara koşullarında aylarca gebe, sonra aylarca-yıllarca aciz bir bebek bakmakla yükümlü olan bir annenin, kendisini ve yavrusunu koruyup besleyecek bir "partner" bulmaya ve elde tutmaya ihtiyacı var!

Bu ikilinin, bizim şimdiki babalık kavramı ve bilgilerinin olmadığı bir çağda, seks, şehvet, sosyal üstünlük kanıtlama gibi katma getirileri olmadan birbirine ve yeni doğan bebeğe yıllarca (yaklaşık 3 yıl kadar) "karşılıksız" bakmaları ancak son derece güçlü ve özverili bir duygusal ilişkiyle olur. Bu ilişkiyi yönlendiren duygular ve bunları yöneten fizyolojik sistemler, tıpkı gebelik, doğum, ergenlik, menopoz gibi doğal yaşamın doğal süreçlerinden biri olan aşktır. Ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 8-10 senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu durumlarından birisidir.

Üstelik bu haliyle aşk, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır ön beynimizin gelişmesi sayesinde. Üstelik duygu ağırlığı üstün bu tutkular, sevenler arasındaki cinsiyet, yaş, sosyal statü, ırk, din gibi farklılıkların da üstesinden gelebilecek bir güce ulaşmıştır. Montaigne'nin dediği gibi "Her insanda insanlığın her hali vardır", bu nedenle de insan sayısı kadar çeşitli aşk vardır, her aşk eşsizdir, kendi içinde her biri güzel ve saygıdeğerdir. Marifet yargıcı olmadan bu duyguyu dürüstçe ve alabildiğine yaşamak, değerini bilmek ve anısına saygı gösterebilmektir.

Kadınlarda çok görülen sağlık sorunları

yazildi.

Kadınların hayatını çok ciddi tehdit eden hastalıklara dikkat etmek gerekiyor.

Meme kanseri hastalığı başta olmak üzere kadınlarda çok sık rastalanan ciddi sağlık sorunlarına karşı en önemli şey önlem almak.

Birçok hastalıkta erken tanı hayat kurtardığı için hastalıkları önceden tanımak önem taşıyor.Yeditepe Üniversitesi Hastanesi uzmanları kadınların hayatlarını tehdit eden hastalıklar hakkında bilgiler verdi.

MEME KANSERİ

Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özcan Gökçe, erken tanının meme kanserinde çok önemli olduğunun altını çiziyor: 'Erken tanı için temelde önerilen ve birbirlerini tamamlayan üç yöntem var: Bunlardan ilki, kendi kendine yapılan meme muayenesi. 20 yaş sonrasında her kadın âdetin 7–10 günleri arasında ayda bir kez memelerini muayene etmeli. Ayrıca 20 – 40 yaş arasında 1–3 yılda bir, 40 yaşından itibaren de yıllık olarak bir genel cerrahi uzmanına meme muayenesi yaptırılmalı. Üçüncü ve en önemli erken tanı için tarama yöntemi olan radyolojik görüntüleme metodu mamografi, 40 yaşından sonra düzenli yapılması halinde meme kanserinin erken yakalanmasında kilit rol oynuyor.'

RAHİMAĞZI KANSERİ

Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu, 'Rahim ağzı kanseri her yıl 500 binden fazla kadında görülüyor. Rahim ağzı kanseri tüm dünya kadınları arasında meme kanserinden sonra görülen en sık ikinci kanser türüdür. İstatistiklere göre 250 bin kadın her yıl bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Kansere dönüşmeden erken dönemde yakalanması pap-smear testi ile mümkündür. Bu yüzden, bütün kadınlara yılda bir defa smear testi önerilmektedir. Kanser öncülü bu hastalıkların cerrahi tedavileri tüm dünyada ve ülkemizde bilinmekte ve uygulanmaktadır. Ayrıca son yıllarda HPV'nin yüksek riskli bazı tiplerinin rahimağzı kanserinin ve onun öncül hastalıklarının hemen hepsinde ana neden olduğu, virüsün hücrelerde kansere dönüşümü başlattığı gösterilmiştir. Bu virüsün bulaşmasını önleyerek kanser ve diğer hastalıklardan korunmanın mümkün olabileceği ise son yıllarda öne çıkan bir konudur. HPV'nin kanser oluşturan yüksek riskli tiplerinden olduğu kadar cinsel siğillere yol açan HPV tiplerinden de korunmak önemlidir. Virüsün bulaşmasını kızamık, suçiçeği, grip gibi hastalıklarda olduğu gibi bağışıklık sistemi yoluyla, vücuda virüs girse bile onu savunma sistemimizle yok ederek önlemek, aşı ile mümkündür. HPV aşısı son on yılın en önemli toplum sağlığı ve kanserle mücadele çabalarının başında gelmektir. Koruyucu hekimlik açısından çocukluk çağından itibaren başlayarak kız çocuklarının ve hastalıkla karşılaşmamış genç ve yetişkinlerin aşının koruma şemsiyesi altına alınması gerekmektedir.'

OSTEOPOROZ

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Ece Aydoğ, osteoporoz konusunda hastaları doğru tedavi konusunda uyarıyor: 'Kadınlarda kemik kaybını hızlandıran nedenlerden en önemlisi menopozdur. Menopoz ile birlikte cinsiyet hormonları azalmaya başlayınca kemik kütlesi de azalmaya başlamakta ve ilerleyen yıllarda kırık riski artmaktadır. Bu kırıklar da birçok sıkıntıyı beraberinde getirmektedir. Örneğin omurga kırıkları bel ağrılarına ilaveten zaman içersinde boy kısalmasına ve sırtta kamburlaşmaya yol açmaktadır. Bu durum kadında sindirim ve solunum problemlerine yol açabileceği gibi kas kuvvetinde azalmanın da katkısı ile denge bozukluğuna neden olmakta ve buna bağlı düşme riski artmaktadır. Dolayısı ile yeni kırıklara davetiye çıkarılmış olmaktadır. Tüm bunlar kadını günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı hale getirmekte ve sonuç olarak depresyon tablosuna yol açmaktadır. Ayrıca 65 yaş sonrası daha fazla gördüğümüz kalça kırıkları da ölüm riskine neden olabilmekte ve hayatta kalanlarda ise ağır özürlülük tablosu ortaya çıkmaktadır.

Osteoporozun en etkili tedavisi kemik kaybının önlenmesidir. Bunun için daha çocuk yaşlarda önlemler alınmaya başlanmalıdır. Çocukların diyetle yeterli miktarda kalsiyum ve fosfor alması ve yeterli düzeyde güneş ışığına maruz kalmaları sağlanmalıdır. Özellikle vücuda yük bindiren egzersizler daha çocukluk yıllarından itibaren yapılmaya başlanmalıdır. Hayat boyu sigara, fazla alkol ve kahve tüketiminden kaçınılmalıdır. Eğer osteoporoz tanısı almışsak ilaç tedavileri ve düzenli egzersiz ile kemik kaybını durdurabilir hatta bir miktar arttırabiliriz de. Ayrıca yine yaşlılarda düşmelerin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması kırık riskini önemli ölçüde azaltır. Bu önlemlerin başında dengeyi geliştirmek için yapılan egzersizler gelmelidir. Ayrıca hem kemik kütlesini arttıran hem de dengenin sağlanmasında önemli bir faktör olan kas kuvvetlendirme egzersizleri de mutlaka ilave edilmelidir. Görme ve işitme kusurları varsa mutlaka düzeltilmeli, sakinleştirici ilaçlardan kaçınılmalı, düşmeyi önlemeye yönelik ev düzenlemeleri yapılmalı, günlük yaşam aktivitelerinde yardımcı cihazlar kullanılmalı ve mutlaka D vitamini desteği verilmelidir.'

İDRAR KAÇIRMA

Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Sarıca, 'idrar kaçırma' sorununun çözülebilir bir sorun olduğunu belirterek kadınların doktora gitmekten çekinmemesi gerektiğini belirtiyor. 'Temelde kadınların hastalığı olan idrar kaçırmaya tıpta inkontinans denmektedir. İnkontinans 35 yaşın üzerindeki her 5 kadından birinde görülüyor. Kişinin sosyal yaşantısını etkileyecek olan her idrar kaçırma bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir. İdrar kaçırma; öksürme, hapşırma veya gülme gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, daha az eforla da (yürümek, yataktan kalkmak gibi) meydana gelebilir. Bu tip idrar kaçırmaya zorlanma(sıkışma) tipi idrar kaçırma-inkontinans adı verilmektedir. Bu hastalarda kaçırma, kişinin ani olarak idrara çıkma ve sıkışma hissi ile beraberdir. Bazı kişilerde ise idrar kaçırmanın iki tipi de birlikte görülür. Bu tip idrar kaçırmaya da karışık tip inkontinans denir. İdrar kaçırma şikâyeti olan hastalarda tedaviden önce yapılacak tetkiklerle idrar kaçırmanın neden kaynaklandığını ve hangi tipte olduğunu belirlemek gerekir. Gerektiğinde ise ürodinami adını verdiğimiz idrar kesesinin fonksiyonlarının değerlendirildiği testi yapmak gerekir. Bu test de mutlaka bu konuda uzmanlaşmış bir ürolog tarafından yapılmalıdır. İdrar kaçırmanın tedavisinde ise mesane eğitimi, fizik tedavi yöntemleri (kasık adalelerinin güçlendirilmesi), ilaç tedavileri, elektrikle uyarma (stimulasyon), menopozdaki kadınlarda hormon tedavisi ve cerrahi yöntemler olmak üzere çeşitli tedavi alternatifleri bulunmaktadır.

İdrar kaçırma sorunu çok önemli bir sosyal problem olup, günümüz modern tedavileri ile başarılı olarak ortadan kaldırılmaktadır.'

OBEZİTE

Beslenme ve Diyet Uzmanı Zehra Akören, kilo problemi olan kadınların, çeşitli  diyet programları   uygulamalarının  yanlış olduğunu vurguluyor: 'Zayıflama diyeti diye bir Diyet yoktur. Diyetler; hastalar ve  hastalıklar için vardır. Diyet negatif bir kelimedir etkisi olumsuzdur. Kilo problemi; hayatımızı düzene sokmakla, stres yönetimi ile düşüncelerimizi yapılandırmakla, SAĞLIKLI BESLENME -Egzersiz ile çözülür. Kişiler iç salgı bezlerinin (Tiroid, böbrek üstü bezleri, kadın doğum hormonları, leptin seviyesi vb...) sağlıklı çalıştığından ve gıda alerjilerinin olup olmadığından mutlaka emin olmalıdır'

KALP HASTALIKLARI

Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Değertekin, kadınlarda kalp krizi görülme sıklığının sanılanın aksine erkeklerden az olmadığını belirterek kadınlara önerilerde bulunuyor:
'Özellikle 60 yaşından sonra kadınlar erkeklerle eşit duruma gelmektedirler. Bunun yanında kadınlarda olumsuzluk hastalığın tanınması ve tedaviye yanıtta da devam etmektedir. Araştırmalar, ilk kalp krizini izleyen 1 ay içinde ölüm riskinin, 6 ay içinde de ölüm riski ve yeniden hastaneye yatma gereksiniminin erkeklere göre kadınlarda daha yüksek olduğunu göstermektedir. İlk kalp krizinden sonra kadınlarda ölüm riskinin erkeklere göre %70 daha fazla olduğu saptanmıştır. Kadın hastalara sigara içmemelerini, yağlı yiyeceklerden ve dolayısıyla obeziteden kaçınmalarını, yüksek tansiyonlarını takip ettirip gerekiyorsa düzenli ilaç kullanmalarını, düzenli beslenmelerini ve haftada en az 3 kez 45 dakika düzenli spor aktivitelerinde bulunmalarını, stres ve depresyondan kaçınmalarını tavsiye ediyoruz.'

Dış görünümüne önem veren erkekler

yazildi.

Modern erkeğin bakımlı ve dış görünümüne düşkün olduğunu bilmeyen kalmadı artık!

Etkileyici ve 
sağlıklı bir görüntü için atılacak ilk adımın temiz ve bakımlı bir cilt olduğunu söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Gökhan Okan; modern çağın metroseksüel erkeklerine basit ama etkili bakım tüyoları verdi:



Erkeklerde cilt bakımının temeli; cilt temizliği, nemlendiriciler ve güneş koruyucu kremlerdir.  Ayrıca akne izi sorunu olanlar peeling ve lazerden, derin çizgileri oluşanlar ise botoks ve dolgu gibi neştersiz yöntemlerden yararlanabilir. Yıllara meydan okuyan ve yaşlanmayı geciktirmek isteyen erkekler ise retinoik asit, vitamin C ve meyve asidi içeren kremler kullanabilir


Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Gökhan Okan; dış görünümüne önem veren, akıp giden yıllara teslim olmak istemeyen erkekler için bakım reçetesi yazdı:


ERKEKLERİN CİLDİ DAHA KALIN: 
Erkeklerin cilt yapısı kadınlardan farklıdır. Testesteron hormonu, cildin daha kalın, daha yağlı, gözeneklerin daha geniş olmasına neden olur. Yağ salgısının fazla olması aknenin erkeklerde daha şiddetli ve daha uzun sürmesine yol açar. Kas geliştirmek üzere veya atletik performansı arttırtmak amacıyla anabolik steroid değimiz ilaçların kullanılması da şiddetli akne formlarının ortaya çıkmasına neden olur.SİVİLCELERİNİZİ SAKIN SIKMAYIN: 
Akne tedavisinde dıştan uygulanan ve ağızdan alınan ilaçlardan yararlanılır. Akneden kaynaklanan izlerin engellenmesi açısından tedavinin mümkün olduğunca erken başlanması ve sivilcelerin kesinlikle sıkılmaması gerekir. Akne izleri kişinin ileri yaşamında büyük bir sorun olabilir.AKNE İZİ OLANA PEELİNG GEREK: 
Akne izlerinin tedavisinde peeling (deriyi soyma), deri tıraşlama ve lazer işlemlerine başvurulur. Akne izinin şiddeti kullanılacak yöntemin çeşidini belirler. Peeling; hafif, orta ve derin şiddette derinin soyularak atılması, alttan yeni sağlıklı daha az izli bir derinin gelmesini hedefler.ERKEK DAHA GEÇ YAŞLANIYOR: 
Kollajen salgısı erkeklerde daha fazladır. Derinin kalın, kollajenin fazla olması erkeklerde cilt yaşlanmasının daha geç başlamasını sağlar. Deride incelme, çizgilerde belirginleşme 40-50’li yaşlarda kendini belli eder. Ancak dışarıda geçirilen zamanın daha fazla olması ve güneş koruyucu kullanımına önem verilmemesi, dışsal faktör kökenli yaşlanmanın erkeklerde daha belirgin olmasına sebebiyet verir ki; bu yüzden de erkeklerde derin kırışıklar daha belirgindir.ÇİZGİLER ÇIKTIYSA BOTOKS ZAMANI: 
Derin çizgilerin ortadan kaldırılması için botoks, dolgu enjeksiyonu ve lazer yöntemine başvurulur. Botoks ve dolgu kişinin günlük yaşamını etkilememesi ve kısa sürede yapılması açısından tercih edilmektedir.GENÇ KALMAK İSTEYENLERE VİTAMİNLİ KREM: 
Yaşlanmayı geciktirmek amacıyla retinoik asit, vitamin C, meyve asidi içeren kremlerden faydalanılır. Sigara ve alkol tüketiminin az olması, düzenli beslenme ve spor da yaşlanmanın gecikmesinde etkili olmaktadır.

EN ETKİLİ PEELİNG TIRAŞ: 

Erkeklerin günlük yaptıkları sakal tıraşı; sakalların ve ölü deri tabakasının atılmasını sağlar. Tıraş aslında bir çeşit peeling görevi görür. Ancak cilt tıraştan dolayı hassaslaşır. Bu yüzden tıraş öncesi alkol ve mentol içermeyen tıraş kremleri tercih edilmelidir. Tıraşın, kılların yönüne göre yapılmasına özen gösterilmelidir.TIRAŞ SONRASI NEMLENDİRİCİ ŞART: 
Özellikle kıvırcık kıl yapısına sahip kişilerde deriden kabarık şekilde kendini belli eden kıl batıkları görülebilir. Kıl batığı kişiyi kozmetik olarak rahatsız etmenin yanında enfeksiyona da yol açabilir. Tıraşta hijyene önem verilmelidir. Tıraş sonrası ise cildi tahriş etmeyen nemlendirici sürülmelidir. Alkol içeren after-shave losyonlar ciltte yanma, batma ve karıncalanma gibi şikayetlere neden olur.ERKEKLERE DE EPİLASYON YAPILIR: 
Erkeklerin son yıllarda dermatologlara başvurdukları sorunlardan biri de vücut kıllarından uzaklaşma yöntemleridir. Boyun, sırt ve göğüs kılları erkek hastalarda kozmetik olarak sorun yaratmaktadır. Lazer epilasyon; bu bölgelerdeki kılların uzaklaştırılmasında etkili olmaktadır. Lazer epilasyon sadece kozmetik bir tedavi yöntemi olmayıp, boyun bölgesinde tıraştan kaynaklanan kıl batıklarını da tedavi edilmektedir.TERLEYEN ERKEKLERE BOTOKS: 
Ter bezleri sayısı erkeklerde kadınlara göre daha fazladır. Fazla salgılanan ter, hastayı kozmetik olarak rahatsız etmenin yanında bakteri ve mantar enfeksiyonu gelişimine zemin hazırlar. Terin azaltılması amacıyla hafif vakalarda dıştan uygulanan ilaçlara başvurulur. Terleme çok ileri durumlardaysa botoks enjeksiyonu bu yönde de etkili olur.HER ERKEĞİN KABUSU SAÇ DÖKÜLMESİ: 
Testesteron hormonu, genetik olarak yatkınlığı olan kişilerde, erkek tipi saç dökülmesi dediğimiz saçın ön kısmında açılmaya neden olur. Dökülme otuzlu yaşlarda kendini belli eder. Genetik faktörlerin yanında yetersiz beslenme, kullanılan ilaçlar ve stresin de dökülmede arttırıcı rolü vardır. Kimyasal maddelerin saça çok fazla uygulanması dökülmeyi arttırıcı diğer sebeplerdir. Erkek tipi dökülme medikal ve cerrahi yöntemlerle tedavi edilir. Medikal tedavilerin uzun süreli olduğu konusunda hastalar bilgilendirilmelidir.


BUNLARI MUTLAKA YAPIN!
• Erkeklerde cilt bakımının temel öğeleri cilt temizliği, nemlendiriciler ve güneş koruyuculardan oluşur.
• Cilt günde iki defa temizlenmelidir. Ciltteki yağ ve kir artıkları bu şekilde uzaklaştırılır.
• Cildinizi her gün nemlendirin. Kullanılacak nemlendiricinin güneş koruyucu içermesi, dışsal kaynaklı yaşlanmanın engellemesinde de etkili olur.
• Yüzünüzü ılık suyla yıkamanız, cildinizin tıraşa uyumunu sağlar.
• Cildin tahriş olmasını önlemek için tıraş bıçağınızı haftada bir yenileyin.
• Tıraş sonrası cildi tahriş etmeyen nemlendirici sürülmelidir.
• Düzenli uyumaya özen gösterin. İyi bir gece uykusu yaşlanmaya karşı en etkili yöntemlerden biridir!
• Cildinizin kurumaması için günde iki litre su içmeye özen gösterin.


Aşırı kilolar kadın ömrünü etkiliyor

yazildi.

Doğru beslenme alışkanlıkları kendinize edinin. Vücut kitle endeksinizi dikkatle hesaplayın. Hatta buna bel ölçünüzü de ekleyiniz.

Tatille beraber birkaç kilo aldım. Ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir türlü kilo veremiyorum. Birkaç kilo bu kadar önemli mi? Vermesem sağlığım için bir zararı olur mu? Seda Ü./Ankara

Kilo fazlalığı ve obezite sorunu günümüzde azalmak bir yana giderek artıyor. Peki kilonuzun normal değerlerde olup olmadığını nasıl anlayabilirsiniz? İşte bu noktada vücut kitle endeksinizi hesaplamak önem kazanıyor. Vücut kitle endeksinizi, vücut ağırlığınızı (kilo olarak), boy uzunluğunuzun (metre olarak) karesine bölerek hesaplayabilirsiniz...

Örneğin 70 kilo, 160 cm olan birinin vücut kitle endeksi 70/(1.60 x 1.60) olarak 27.3 kg/m2 oluyor. Bu değer 25'i geçtiğinde kilolu, 30'u geçtiğinde ise obez kategorisinde sayılıyorsunuz.

ZORLANIRSINIZ!

Araştırmalar orta yaşlara obez olarak giren kadınlarda, ileri yaşlara ulaşma olasılığının yüzde 80'e varan oranlarda azaldığını gösteriyor. Amerika'da 17 bin kadını 24 yıl boyunca takip eden bir çalışma, vücut kitle endeksindeki her bir puanlık artışın 70 yaşında sağlıklı bir kadın olma olasılığınızı yüzde 12 azalttığını gösterdi.
18 yaşından itibaren alınan her kilo 70 yaşı geçme ihtimalinizi yüzde 5 azaltıyor.

18 yaşında kilolu olup, üzerine yıllar içinde 10 kilo alırsanız 70 yaşa ulaşma şansınız yaklaşık yüzde 20. Üstelik burada söz konusu olan sadece kalp-damar problemleri, şeker hastalığı, kas-eklem problemleri gibi kronik hastalıklara yakalanma riski de değil! Kilonuzdaki ufak artışlar fiziksel ve zihinsel kapasitenizi de azaltıyor.

Yani ileri yaşlarda kendi kendine yeten, oturup kalkabilen, yürüyüp ihtiyaçlarını giderebilen, ev işlerini, alışverişini tamamlayabilen, torunlarıyla konuşup oynayıp, finansal olarak kendini idare edebilen bir 'genç' yaşlı olmak istiyorsanız en başta kilonuza dikkat etmeniz gerekiyor. Uzmanlar bu risklerin erkekler için de geçerli olduğunu belirtiyor. Bu nedenle kilo problemini hafife almayın.

BELİNİZİ ÖLÇÜN!

İşe önce beslenmede yaptığınız yanlışlarınızı gözden geçirmekle başlayın. Doğru beslenme alışkanlıkları edinin. Vücut kitle endeksinizi dikkatle hesaplayın. Hatta buna bel ölçünüzü de ekleyin. Bel çevrenizi kadınsanız 80, erkekseniz 88 cm altında tutmaya gayret edin. Beslenmeye gösterdiğiniz özeni egzersiz için de mutlaka gösterin. Günde en az 30-60 dakika arası orta şiddette aktivite yapın. Gerektiğinde uzman bir doktora ve diyetisyene başvurmaktan kaçınmayın.

BİRÇOK KİŞİ GİZLİ DİYABETLİ OLDUĞUNUN FARKINDA DEĞİL

* Soru: Şimdiye kadar bir rahatsızlığım yoktu. Son zamanlarda ise ani şeker yükselmeleri yaşıyorum. Acaba bende gizli diyabet mi var? Bu nasıl anlaşılır? Esin T./İst

Amerika'da 2003-2006 seneler arasında 24 bin 275 kişi üzerinde yapılan Ulusal Sağlık ve Beslenme Değerlendirme Araştırması'na göre pek çok kişi gizli şeker hastası olduğunun farkında değil. Yetişkinlerin yaklaşık dörtte birinde gizli diyabet var.

ŞEKERİNİZİ ÖLÇTÜRÜN!

Oysa sadece yüzde 4'ü bu durumdan haberdar. Gizli şeker hastalığı ön diyabet olarak da bilinir. Açlık kan şekeri ve glukoz toleransında bozulmayla ortaya çıkar. Tip 2 şeker hastalığına dönüşebilir, kalp hastalığı ve inme riskini arttırır. Bu durum daha sık olarak ileri yaşlarda, kilolu kişiler ve kadınlarda karşımıza çıkıyor. Gizli şeker tanısı konulanlar beslenme ve egzersiz gibi hayat tarzı değişimleriyle bu riskleri önleyebilir. Bu nedenle eğer şimdiye kadar kontrol ettirmediyseniz; açlık kan şekerinizi mutlaka ölçtürün.

Kaliteli cinsel yaşam sırları

yazildi.

Kaliteli cinsel yaşam sırlarıCinsellik kavramı günümüzde şekil değiştirirken cinsel sağlık da önem kazanıyor

Geçtiğimiz aylarda yeni bir kavramla tanıştık: Cinsel wellness. Tam Türkçe’sini bulmak zor olsa da, bunu ‘cinsel afiyet, iyilik’ olarak çevirmek yanlış olmaz. Peki nedir bu cinsel wellnes, kimler, niçin ihtiyaç duyar? Tüm bu soruların yanıtını bulmak için Dr. Ece Hattat’a danıştık...


Cinselliğe yeni bakış açısı
Tüm dünyada cinsellik artık biyo-psiko-sosyal perspektiften inceleniyor. Yani, cinselliği etkileyecek damarsal, sinirsel, hormonsal faktörlerin yanı sıra, genel sağlığa ilişkin risk faktörlerinin ayrıca kişinin psikolojik ve sosyal yapısının incelenip bir tedavi planı oluşturulması esas olarak alınıyor. Şu anda devam ettiğim ESSM (European Society for Sexual Medicine)’a bağlı Avrupa Cinsel Tıp Akademisi’nde de tüm konular bu şekilde ele alınıyor. Aslında bu durum tüm 
sağlık için geçerli. Dünya Sağlık Örgütü, ayrıca cinsel yönden sağlıklı olmanız için, sadece sertleşme sorunu, orgazm problemi gibi bir cinsel sorun yaşamamanızın yetmeyeceğini, eğer cinsellikte, fiziksel olduğu kadar, psiko-sosyal yönden de mutlu değilseniz, sağlıklı sayılamayacağınızı vurguluyor.

Dr. Ece Hattat da, yıllardır Prof. Dr. Halim Hattat tarafından oluşturulan androlojik tedaviyi kadın ve erkek 
hastalara uyguladıklarını ve şimdi yeni bir protokol oluşturduklarını söylüyor. Ve sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Ekibimizde üroloji, androloji, jinekoloji, dahiliye, psikoloji, beslenme ve egzersiz yönünden uzmanlarımız var. Biz bu ekiple birlikte kişileri ve mümkünse partnerlerini inceleyip bir cinsel sağlık profili oluşturuyoruz. Bu plan dahilinde verilen beslenme, egzersiz önerileri, besin destekleri, gerekirse cinsel sorunların medikal tedavileri, varsa dahili sorunların tespiti ve tedavisi, stres yönetimi, cinsel terapi gibi kişiye özel uygulamalardan yararlanıyoruz.”

Şu ana kadar alışagelmiş tedavilerde kaliteli yaşlanma programları ile androlojik cinsel tedavilerin ayrı ayrı ele alındığını belirten Hattat, bu konuları birleştirerek hastalara metabolik dedektif  
gibi yaklaştıklarını, bir yandan da cinsel sağlıkları ve ilişki kalitelerini incelediklerini belirtiyor ve kişinin yaşam kalitesini artırmak, cinsel performansını artırmak, enerjik olmasını sağlamak gibi sebeplerle bitkisel besin takviyelerini de önerebildiklerini sözlerine ekliyor.



ETKİLENEN SADECE ERKEKLER DEĞİL
Kadınlarda cinsel sorunlar aslında erkeklerden daha fazla görülüyor. Yapılan çalışmalar kadınların neredeyse yarısının (yüzde 40-45) bir cinsel sorun yaşadığını gösteriyor.

500 kadın üzerinde yapılan bir çalışma, kadınların yüzde 39’unun en az bir cinsel sorun yaşadığını ortaya koydu. Yaklaşık 13 bin kadın üzerinde yapılan başka bir araştırma da, kadınların yaklaşık yüzde 70’inin tam olarak tatmin olmadığını gösterdi. Üstelik bu sorunlar yaşla birlikte artıyor. Kadınlarda en sık cinsel isteksizlik, orgazm sorunları, cinsellikten zevk alamama, uyarılma ve 
ağrı hastalıkları ile performans endişesi görülüyor. Bunların sebeplerine bakıldığında, organik faktörlerle, yani damarsal, hormonsal, sinirsel sorunlar gibi problemlerle birlikte, kadının cinselliği nasıl öğrendiği, eski deneyimleri, ilişki problemleri, iletişim sorunları, kültürel baskılar gibi psiko-sosyal nedenler de önemli yer tutuyor. Bir de erkeğin sorunu kadını etkiliyor. Partnerin sertleşme sorunu, erken boşalma, penisteki anatomik şekil veya hacim bozuklukları kadının cinsel hayatını olumsuz etkiliyor, tatminini azaltıyor.



CİNSEL SORUNLAR GENEL SAĞLIĞIN GÖSTERGESİ
Hem erkeklerde hem de kadınlarda, genel sağlığı olumsuz yönde etkileyen her faktör, cinsel tatmini azaltıyor. Sigara, alkol, uyku sorunları, sağlıksız beslenme, kilo fazlalığı, hareketsiz bir yaşam, aşırı ve kontrol edilemeyen stres, kolesterol, tansiyon, kan şekeri yüksekliği gibi pek çok risk faktörü cinsellik için de geçerli. Mesela kalp damar sorunları yaşayan kadınların yaklaşık yarısı ve daha fazlası cinsel sorun yaşıyor. Tiroid sorunları, diyabet, kemik-eklem sorunları gibi diğer hastalıklar ve çeşitli ilaçlar da, cinselliği olumsuz etkiliyor. Üstelik cinsel bölgelere giden damarlar, koroner kalp damarlarından çok daha küçük çaplı olduğundan, genel sağlık sorunları, kendini ilk olarak cinsel problemler olarak gösterebiliyor.



Cinsel wellness, tüm dünyada adını yeni yeni duyurmaya başlayan bir kavram. Cinsel wellness, sağlığın tüm boyutlarını, kaliteli bir cinsellikle birleştiren ve kişiyi fiziksel sağlık kadar, psikolojik ve sosyal yönden de destekleyen bir önleme, tedavi ve koruma programı. Cinsel wellness’ın amacı, sağlık ve cinsellik için risk teşkil eden hususları ortaya çıkarmak, yaşam kalitesini ve mutluluğu etkileyecek durumları tespit etmek, bunları en erken ve etkili yoldan tedavi edip, kişilerin ve partnerlerinin hayat ve ilişki kalitelerini arttırmak. Cinsel wellnes’ı bu sözlerle tanımlayan Dr. Ece Hattat, cinselliğin kaliteli bir yaşamın önemli bir parçası olduğunu, cinsel sorun yaşayan kişilerde hayat kalitesinin düştüğünü sözlerine ekliyor. Bu durumun partneri de etkilediğini söyleyen Hattat, buna ek olarak, cinsel sağlığın genel sağlığın önemli bir barometresi olduğunun pek çok çalışma ile gösterildiğini ifade ediyor. Çünkü cinselliği etkileyen her şey kalbi, beyni ve tüm diğer sistemleri de etkiliyor. Cinsel sağlığa olumsuz etki edecek risklerin ortaya çıkarılıp, varsa cinsel sorunların tedavi edilmesi genel sağlığı da olumlu etkiliyor. Dr. Ece Hattat, tüm bu noktadan yola çıktıklarını ve “kaliteli yaşam bir tutkudur” sloganıyla hem cinsellik ve ilişkilere hem de genel sağlığa sağlık katmayı amaçladıklarını anlatıyor.